23 Şubat 2018 Cuma

Leyla'dan Geçme Faslı



Ve Mevla'yı bulma yolları, demişler. Çünkü çöllere düşen Kays; önce kendini unutmuş Mecnun olmuş, sonra Leyla'yı unutmuş Aşk olmuş.

Herkes bilir bu hikayeyi. Kays'ın gece gibi kara Leyla'sının ardından nasıl delirdiğini, nasıl pervane olduğunu ve ateşte kül olduğunu, nasıl kavuşamadığını aşkına. Ve bir gün el açar babası semaya, alır oğlunu götürür Leyla gibi kara olan Beytullah'a. Der ki: "Aşıkların duası kabul olur. Kurtul sevdandan. Çık Leyla'nın okyanusundan da dön Kays'ın limanına." Cılız ve sıska oğlan artık Kays değildir. Mecnun olarak açar ellerini ve der ki: "İlla Leyla, illa Leyla. Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl aşina beni / Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni." 


Aşıkların duası kabul olur. Kabul olmuş duası onun da. Bir ömür aşk belasına düşmüş, bir ömür ayrı kalmış Leyla'dan. Leyla gelmiş bir gün ocağına, çölde biçare, harap düşmüş Mecnun'un yanına. "Geldim." demiş. Mecnun kaldırmış başını, bakmış Leyla'nın kara gözlerinin içine. Saçlarını izlemiş tel tel, kıvrımlarının ardında gizlenmiş çöl kumlarını görmüş. Yanaklarındaki ince çizgilere değmiş gözü, dudaklarının çatlaklarına bakmış. Leyla ağlamış da ağlamış. "Sen..." demiş Mecnun önce, sesi çatallaşmış. Duraksayıp tüm yüreğine doldurmuş aşkını ve "Sen Leyla değilsin." demiş. Yutkunmuş. Gözleri artık Leyla'da değilmiş. Gece çökmüş Leyla'ya "Ah minel aşk." demiş fısıltıyla, kendi bile duymamış sesini. "Sen Leyla değilsin." diye yinelemiş Mecnun daha derinden, "Sen Leyla isen, ben Mecnun değilim. Ben Mecnun isem, sen Leyla değilsin."



Kaç Kays'ı Mecnun yaptı o çöl, kaç Leyla'yı gömdü soğuk çehresine, bilinmez. Veyahut kaç aşık, şahit verdi aşkına; infak etti vuslatını? Kaç aşık bir gece vakti, herkes derin uykusundayken uyanıp yaktı bütün kitaplarını?

İlla Leyla, illa Leyla.

Hesap, kitap yapılmaz aşkta. 

Ve bir gün Züleyha elindeki kitabı okurken, yanından geçip giden Yusuf'a iç geçirip "Aşık olmak benim seçimim değildi. Bu benim kaderimdi." demiş. Atmış kendini kör kuyulara. O da adını vermiş Yusuf'u uğruna. Şanını vermiş, melamet hırkasını giymiş. Aşkına nişane Yusuf'un gömleğinin parçası kalmış elinde, tırnaklarında Yusuf'un kanı kalmış. Yıllar geçmiş, Züleyha da kalmamış. Öyle gitmiş Yusuf'un dizlerinin dibine, öyle eğmiş boynunu da "Geldim." demiş. "Hoş geldin." demiş Yusuf ona. Mısır ülkesinin Züleyha'sı iken, döne döne ateşte yanıp kül olan pervane olmuş. Olmuş ve ölmüş Züleyha.

Ve bir gün bir düş görmüş Güneş. Yıllarca yazdığı ne varsa gerçek olmuş. "Soğuklara hazır ol." demişler Güneş'e, o da Özkan'ı görmüş. Boynunun sağ kıvrımındaki lotus dövmesinden tanımış onu. O an anlamış sırrın koruyucusu olduğunu ve o an anlamış aşkı uğruna ödemesi gereken diyetleri. Heyhat, bir melek bir koruyucuya aşık olmuş. "Git." demiş Özkan ona, "Benliğini bana ver de git." demiş. "Sen olmadan gitmem." demiş Güneş, gitmiş. Gitmesi alnının yazısı olduğu için gitmiş. Özkan'ı kaybetmek zorunda olduğu için ve onu yeniden bulacağı için gitmiş. Bulmuş da. Bir güz akşamı, yağmur çiselerken soğuk asfaltın üstüne ve keskin kükürt kokusu yakarken genizleri; hiç gitmemiş, hiç ölmemiş gibi gelmiş Özkan. Yeniden yazılmış hikaye, yeniden çizilmiş zaman. 

Leyla'dan geçme faslında, Mevla'yı bulma umudu düşürdü yollara. Ne Leyla'dan geçildi, ne çöllere düşüldü, ne Mevla bulundu. "Zaman çaredir. Bekle." dediler, "Okyanusların ötesi daima çöldür. Çöl evindir." dediler. Parçalara ayrıldı yürek, parçalara ayrıldı umutlar. Ne çöl kaldı, ne umman; ne Leyla kaldı geriye, ne de Özkan. 

Leyla'dan geçmek, Leyla'yı bulmakla başlarmış. Leyla sanrıları, çöldeki serapmış. Çölü evi sanan yolcu, çölde dostunu bulmuş. Santiago imiş adı. Kişisel menkıbesini arayan genç bir çobanmış. Sonra fark etmişler ki, aynı düşleri görmüşler geceler boyunca. Aynı hazine, aynı sandıkta; aynı sandık aynı yerdeymiş. Ama ikisi de yanılmış. İki de çöl bekçilerinden dayak yiyerek düşmüşler yola bir kez daha. Bir kez daha...

Ve hatırlamış Güneş kız, kulağına fısıldanan sözleri: "Yeniden başlayalım yazmaya ve yaşamaya. Haydi küçük kız yeniden başlayalım sevmeye." Çünkü insanı öldüren şey, yeniden doğumuna da sebep olabiliyor bu beldede.

Okyanusun ötesinde görüşmek üzere...

Zeynep Buket... / ya da adı her neyse




















10 Şubat 2018 Cumartesi

İtiraf Manifestosu: Yeniden Doğdum



Bir öykü düştü gönlüme, "Okyanusun Ötesinde" dedim adına. Çünkü okyanusların ötesi daima kuraktı yüreğimde, okyanusların ötesi çöldü. "Adım Güneş." dedim. Çünkü adımı ilk kez gökyüzünde işittim. Alnıma güneş değdi önce ve bir fısıltı ilişti kulağıma; "Soğuklara hazır ol çünkü üşüdüğünü hissedeceksin."

İşte benim hayat döngüm de tam bu noktada başladı.

Baktım ki Ferhat dağları delmiş, Kays aklını vermiş, Şems canından olmuş. Dedim ki "Ben de veririm başımı aşk uğruna Şems gibi, ben de veririm aklımı Leyla uğruna Kays gibi." Dedi ki "Gerek yok. Hayallerini versen yeter." Verdin canımı, bir gecede kül ettim umutlarımı.

Ve öldüm.

Karanlıktan korkmaz, soğukta üşümez oldum. Ama demişti ki dostum Santiago "Düşlerinin peşinden giden yürek kesinlikle acı çekmez. Çünkü araştırmanın her anı Tanrı ve Sonsuzluk ile karşılaşma anıdır."

Düşlerimin peşinden gittim. "Kişisel menkıbem Aşk'tır." dedim de dört nala çöle koştum. "Dinim Aşk'tır." dedim de aşıklara kul oldum. "Ölen beden imiş, aşıklar ölmez." dedim de ölmezlik kaynağında Özkan'ı buldum, onu yazdım. "Yolum da yoldaşım da Aşk'tır." dedim de tüm sayfalarımı ateşe attım.

Ve yeniden doğdum.

Çünkü "Kişisel menkıbem Aşk'tır." dediğim noktada baştan aşağıya kül oldum. Damarlarımı kessem oluk oluk aşk akacakken, ben yalnızlığımla boğuştum. Buralardan gitmeliydim, valizimi hazırlayıp göç etmeliydim. Hayat "Yola çık." çağrısını yapar yapmaz önünüze bir ruh emici atar. Eğer onu yenerseniz ilk durağınıza kadar sağ sağlim gidebilirsiniz. Ama ben yenildim.

Ve yeniden doğdum.

Yeni dostlar edindim. Yeni hayaller kurdum. Yeni yollara çıktım. Aslında meselenin "cesur olmak" olduğunu fark ettim. Hayat hepimizin yoluna farklı yol arkadaşları koyuyordu. Kimine yoldaş, kimine düşman oluyordu. Benim düşmanım da eve döndüğümde karşılaşacağım ruh emiciydi. Diğerlerinden biraz daha farklı olarak, çok yakınımda duruyordu. Yani ona alev salsam, onun ateşiyle önce ben yanacakmışım gibi. Ve yenilmezse daha büyük bir öfkeyle beni öldürecekmiş gibi.

Öyle de yaptı. Kendime olan bütün sevgimi ve inancımı imha etti. Aynada gördüğüm çehremi değiştirdi. Cesaretimi yok etti. Biat bekledi. "Aa ben sana tabii ki güveniyorum." cümlesinin altında zehirlerini sakladı. Her gece uykumda, rüyalarıma birer doz savurdu. Her gece, göz yaşlarımdan ıslanan yastığımla beni boğdu. Yağmurda saklandığım çatımı bozdu. Yorulduğumda sırtımı yasladığım duvarımı yıktı. Çok güçlüydü, çünkü çok yakınımdaydı.

Dalgalı denizimde bir liman aradım. Çünkü tüm ruhumu sarmalayan o ısı kaynağını da kaybetmiştim. Bana yer kalmamıştı. Soğuk gecelerimde köşeme çekilip bir başıma ısınmaya çalıştım. İşte müfettiş böyle yendi Güneş'i, böyle akıttı kanını bir gece yarısı. Ben de bir limana sığındım. Liman alabora oldu.

Ve yeniden öldüm.

Defalarca, karşıma çıkan her canavarda yenildim. Kendi ölü bedenimi dışarıdan seyredebiliyordum. Bedenim solmuş ve tüm uzuvlarımdan kan boşalıyordu. Ölmek için dua ediyordum. Bu şekilde daha ne kadar devam edebileceğimi kestiremiyordum. Yorgundum, canım yanıyordu. Direnmeye ve savaşmaya güç bulamıyordum. Ve ben ölmedikçe terim soğudu, kanım kurudu. Sadece biraz daha zaman geçti. Bedensel yaralar kendi kendimi iyileştiriyordu ama içeride bir yerlerde saklanmış olan kendimi ben bile bulamıyordum.

Isı kaynağım devrildi sonra. Nasıl devrildi, nasıl yuvarlandı da yerin yedi kat altına girdi ben bile bilmiyorum. Güvenmek, inanmak, değer vermek ve sevmek gibi bütün duyguları da beraberinde götürdü.

Sonra bıraktım ben de kovalamayı. "Yuvarlansın, nasıl olsa bulur yolunu." dedim de, yoluma düştü yolu. Hayat ne tuhaf.

Ve doğdum.

Yani öyle sanıyorum. Eğer hala yaşıyorsam, eğer hala alamadıysam kendi canımı ve kesemediysem soluğumu veyahut kabul olmadıysa henüz duam ve hala uyanabiliyorsam sabaha; bir umut var demektir. Ve belki de sırf bu yüzden, vakit uyanma vaktidir. Hala sağlıklıysa bedenim ve iyileşiyorsa ruhum, yollar bana hala açık demektir.

Çölden çıkıyor küçük kız, ormana giriyor şimdi. Çünkü yağmuru yağdırabiliyor artık öykülerinde, çamurda yuvarlanıp hiç kirlenmeden bir köy kıraathanesinde kahvesini yudumlayabiliyor.

Çantasını topluyor şimdi Yıllar önce yaptığı gibi o dik uçurumdan iki valizle inmeye çalışmıyor. Bir sırt çantası yetiyor ona.

Kolay olmadı. Kendimi defalarca kaybetmenin ve bulmanın yaraları henüz sarılmadı. Ruh emicilerim, beni henüz serbest bırakmadı. "Her Şeyin Defteri" yolculuk öykülerine henüz dönüşmedi. Yastığım kurumadı, uykularım düzene girmedi. Yuvamı henüz bulamadım ve olduğum kişiye kavuşamadım.

Ama olsun. Dibi gördüm, en dipte nasıl hayatta kalınır onu öğrendim. Dipte de pek yalnız olmadığımı fark ettim. Zayıf noktalarımı, sınırlarımı keşfettim. Onları törpüledikçe bedenimden dökülen pası seyrettim. Bir sürü öykü biriktirdim. Bir sürü canavar keşfettim. Nefret etmeyi bıraktım, çünkü nefret etmeye bile enerjimin kalmadığını gördüm. Ve inanır mısınız, gittim. Hem de bütün gidenlerden daha çok gittim. Tüm ruhumla, beni çepeçevre saran tüm varlığımla fezaya gittim.

Ve yaşıyorum.

Ben bile inanmakta güçlük çekiyorum ama hala yaşıyorum. Ve çölden çıkıyorum. Yolum orman.


Okyanusun ötesinde görüşmek üzere...