20 Mayıs 2018 Pazar

İtiraf Manifestosu: Yol



Merhaba,

Adım Güneş. Adım gibi parlak olsun isterdim hayatımı.

Adım Yeşim, Leyla, Esma, Hayal, Leyla ve Züleyha.

Adım Gülçin, Malhun ve Funda.

Bir çok hikayenin içinden geçip gittim ben. Bir çok kere boğuldum derin sularda. Mesela bir keresinde öldüm. Kendi ölümümü izledim hatta evimin penceresinde. Bir keresinde yıldızlar yağdı üstüme de sesim bile çıkmadı. Boğucu karanlıkta kayboldum. Bir kere feda ettim kendimi tüm sevdiklerim uğruna. Yaşanacak bütün günahlar beynim boynuma, dedim. Savaştım, kanlar içinde defalarca yerlerde yattım.

Ve bir keresinde aşık oldum yasak bir elmaya. Tutuldum. "Aşık olmak benim seçimim değildi. Bu benim kaderimdi." dedim. Sırf ona bir kez dokunabilmek için yüzyıllarca sürecek bir lekeyi sırtladım üstümde. Ama biliyordum, Yusuf'u sevmek kolay değildi.

Ve bir kere daha aşık oldum bir yasak elmaya. Bir koruyucu olmuşum ben, öyle dediler. Koruduğum sır uğruna beni yok etmeye hazır o meleğe aşık oldum. Melek, melekliğinden vazgeçti, ben ismimden vazgeçtim. Sonra bir baktım Yusuf da ayrı değil benden Özkan da. Birleşmişiz derin bir okyanusta. Ben bir damlaydım önce, sonra karıştım okyanusa. Şimdi "Ben okyanus değilim." diyebilir miyim hiç?

Yollar uzun, yollar çetin. En çok güneş saklanınca acıtıyor insanın canını soğuk. En çok o zaman görebiliyor insan kendini, kim olduğunu.

İşte öyle bir gecede, bundan 15 sene önce Gülçin oldum ben. 7 sene önce Züleyha, 9 sene önce Güneş. Her şey, herkes oldum ama Zeynep olamadım. Belki bu yüzden kafası hep karışık Zeynep'in. Bir tarafı bahar bahçe, bir tarafı hep güz. Bir tarafı sıkı sıkı bağlı toprağa ve zincirlenmiş gibi yer yüzüne ve bir tarafı ince, cılız bir yaprak gibi rüzgarlarla uçuşuyor.

Ve belki bu yüzden hep keskin sınırlarla, keskin köşelerle inşa etmeye çalıştım Zeynep'i. Onu o kadar az tanıdım ki, nerede olduğunu hiç göremedim. "En büyük hayalin ne?" dedim, tutkularını sordum ona; "Gitmek." dedi. Onun çantası hep hazırdı kapı arkasında. "Gidersin." dedim. "Bak dünyaya, her yer keşfedilmeyi bekliyor senin tarafından. Bak bir kainata. Her şey bir sırdan ibaret ve bul o sırrı." dedim. "Gitmezsem yaşayamam." dedi.

Gidemedi. Ama yaşadı da. En büyük trajedisi de bu oldu; yaşamaya devam etmek. Belki de bu yüzden hep o keskin köşelerinden törpülendi.

Ona "Koy başını toprağa,  Aşk uğruna. "İnfak et her şeyini." dedim. Başını eğdi küçük kız ve "Veririm." dedi, Kays gibi, Şems gibi. "Kitaplarını yak." dedim ona. "Yak ki AŞKla buluşsasın. Yok et ki, seni zincirleyen hiç bir şeyin kalmasın. Pervane ol da ateşe uçasın." Uçtu, yandı, kül oldu.

Züleyha oldu Zeynep, Güneş oldu, pervane oldu. Ama Zeynep olamadı.

Aynaya bakamaz oldu, kimseyi göremez oldu. Nereye baksa bir Güneş kültü dizildi önüne, kaçamadı yaktığı kitaplardan.

Karşılığını gördü elbet, 2 sene geçmemişti üstünden. Ama fark edemedi, kabul edemedi, yüzleşemedi.

Her şey ve herkes olan Zeynep, sonunda kendine kendisi olabilme özgürlüğünü verdi. Dedi ki "Ben bana emanetim." ve ekledi "Kanatlarımın yanmasından korkarsam, ne anlamı kalır uçmanın?"

Bu bir itiraf manifestosu.

Bu bir mektup da kendime, Zeynep'ten Zeynep'e; ya da öyle bir şey...

Bul kendini küçük kız, kaybettiğin kör karanlıkta yeniden keşfet. Ve gittin sen, zincirlerin görünmez bir hapis sadece. Sen onu çoktan aştın, bütün gidenlerden daha çok gittin. Çölde hayatta kaldın, okyanusta boğulmadın.

Çöl sana ait. O çöl sendin küçük kız.

Çölü aş, okyanuslara bak.

Okyanusun ötesinde görüşmek üzere.

Zeynep Buket