5 Eylül 2019 Perşembe

Güz'e Methiye



Bir ağustos geçti üstümüzden.

Kocaman bir ağustos, derin bir ağustos. Ve derin yaralar açan bir ağustos. İyileştirmeyeceğini düşündüğüm ama her sabaha yeni bir güneşle uyandıran ağustos.

Ve bitti. Şimdi güz geldi ve güz bulutları sardı etrafımızı. Kulağımda hep o ses "Güz bulutlarını bekle..." Her güz vakti, başımı göğe kaldırıp savaşımın kaçıncı güzünde olduğunu anlamaya çalışırdım. Ve her güz akşamı "Güz bulutlarını bekle. Bu senin son savaşın olacak." derken Müfettiş Güneş'e, ben o her güz akşamı yağmur tanelerini beklerdim. Yağmurun arındırması, yağmurun temizlemesi, yağmurun ince ince yüreğimdeki o acıyı iyileştirmesi için dua ederdim.

Kaç güz geçti bilmiyorum. Ardından kaç bahar kovaladı dökülen yaprakları ya da kaç kere güz bulutları indi gözlerimin önüne; bilmiyorum. Aklımın bütün melekelerini ben o gün o masada bırakırken, döndüğüm bu yeni sokakta kaç çıkmazla karşılaşacağımı bilmiyorum.

Bilmiyordum. Uyandığım her sabahın yüreğime nasıl da ok gibi saplanıp, tüm varlığımı hiçe sayacağını bilmiyordum.

Her acıyı yazmıştım oysa ki; her kaybı, her ölümü ve terk edişi ilmek ilmek örmüştüm sayfalara. Hikayenin her kahramanından daha fazla hissetmiştim ayrılışları. Bildiğimi sanırdım bütün duyguları; sevmeyi, özlemeyi, beklemeyi, etini kemiğinden ayırırcasına aşk odunda pişmeyi. Bilmezmişim Güneş'in gözlerinin önünden yitip giden aşkının çaresizliğini. Bilmezmişim meğer.

Bildim sonunda. Önce hamdım, sonra piştim bu odda. Feryatlarım karıştı semaya ve yıldızlar dökülecek sandım ellerimi her açtığımda. Avuçlarıma inecek sandım feza. İnmedi. Aklımın bütün melekelerini ben bir gecede teslim ettim toprağa. Ve geriye sadece sessiz kelimelerim kaldı.

Görünen, bilinen her çaresizliğinin ardına saklandım ben de. Ne gelir elden. "Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil." demişti Üstad Fuzuli. Haklıydı. Konuşmanın da, susmanın da anlamını yitirdiği noktadaydım. Göz yaşlarımı akıttım ben de; önce yastığa, sonra toprağa. Ve çiçek açsın istedim acımın bittiği yerde. Yeşersin istedim kaybedişlerim.

Ve bir filiz, ufacık bir filiz belirdi o kara toprakta. Nasıl söylenir bilinmez, ben konuştum o karanlıkla. Alnımı değdirdiğimde secdeye ve parmaklarımı uzattığımda gökyüzüne, işittim sesini Dost'umun, aydınlıkta. Dedi ki bana "Fark et Güneş kız! Bu hikayeyi sen yazdın fark et!"

Kaldırdım başımı. Olmaz denilenler olur, çölde yağmur yağar. Kim bilir, koca bir hikaye yeniden yazılır; Cem hiç ölmemiş gibi, Özkan hiç öldürülmemiş gibi, Emre ve Hayal hiç terk etmemiş gibi. Yeniden başlayalım yazmaya ve yaşamaya, haydi küçük kız; yeniden başlayalım sevmeye!

Günler takip etti birbirini. Beni ters yüz eden ağustos da tüketti kendini. "Eylül farklı olacak." derdim hep. "Eylül'de daha güzel şeyler konuşacağız." Ve haklıymış Müfettiş, güz bulutlarıyla savaşım da bitmiş.

Güz bulutları sardı etrafımı şimdi. İnce, ılık ve tertemiz bir yağmur yağıyor yüreğimde. Oluk oluk kanayan yer, iyileşiyor. Güneş hikayeyi en baştan yazıyor. Asla bitmeyecek bir öyküyü uzaklara taşıyor.

Biliyor Güneş sözün büyülü gücünü. Ve biliyor yolların elbet kesişeceğini.

Biliyorum artık.

Şimdi yeni bir yolculuk vakti.

Okyanusun ötesinde görüşmek üzere...