11 Kasım 2019 Pazartesi

Düşenler ve Yükselenler - 1

Yıllar önce Simyacı ile tanıştım. Henüz küçük bir kızdım, bir şeyler aradığımı biliyordum. Ama ne aradığımın ve ne bulacağımın farkında değildim. "Okusana sen seversin." diye tutuşturuldu elime. Ve o gece, kokusunu sindire sindire sarılıp uyudum kitabımla. Fark ettim ki Simyacı sadece ben okuyayım diye yazılmış ve ne çok benzermişiz biz Santiago ile; ikimiz de hayallerimizin Mısır Piramitlerinde olduğuna inanmışız.

Fark ettim ki, ben de o kendi kişisel menkıbesi peşinde koşturup duran genç çobanım. Ben de düşlerinin peşinden giderken geride her şeyini bırakacak bir yolcuyum. Arayıştayım.

Arayan aradığını bulurmuş elbet. Ben de buldum. Gizemleri, kadim sırları, saklı almış tarihsel bilgileri... Ezoterizm ve parapsikoloji ile tanışmam da böyle oldu. Nasıl arardı Santiago hazinesini Mısır'da, ben de kendi hazinemi aynı çölün kumlarında aradım. Ama bir şeyler eksikti, farkındaydım. Adını koyamıyordum ama bulmuşum gibi de hissetmiyordum.

Sonra Aşk'la tanıştım. Aşk evini açtı bana, davet etti salonuna. Bana kendini anlattı, "İster misin şerbetimden bir yudum?" dedi. Nasıl istemem... Bir yudumu, bin Mısır'dan değerli. Bir tanesi, bin dünyadan lezzetli.

"Daha da isterim." dedim. Ama baktım çevreme; Mevlana'ya, Şems'e, Mecnun'a, Kerem'e... Öyle kolay değil ki kadeh kadeh talip olmak Aşk'ın şerbetine. Hepsi bir şeyler vermiş kendinden. Hepsi infak etmiş kendilerini; başını, aklını, canını, en kıymetlilerini... Dedim ki "Ben de veririm aklımı Leyla uğruna Kays gibi. Madem Yunuf 40 yıl taşımış odunları Taptuk'un dergahına; ben de veririm başımı Aşk uğruna."

Canı vermek kolay tabii. Ne var ki ölümde; sonunda ebedi Aşk'ın, cennetin varsa. "Yapma, etme!" dediler, "Bu ağır gelir, kaldıramazsın." dediler. Kim mi dedi? Tüm işaretler! Evrenin ta kendisi. Okuduğum kitabın notları, radyoda çalan şarkı...

Dinlemedim. Zor olduğunu biliyordum elbette ama zaten kolay yolu seçmemiştim.

"Peki o halde..." dedi yürek; "Hayallerini versen yeter, canın sende kalsın."

"Ee tamam!" dedim. Cananı vermek daha zormuş ki dostlarım. Ölmek kolay, canı vermek basit. Seni sen yapan her şeyi, geçmişini ve geleceğini, tüm insanlığını vermek zor olanmış. Bilseydim, yine aynı yoldan geçer miydim, bilemiyorum.

Ama düştüm ben de yollara. Cebimdeki tüm taşları boşalttım, kitaplarımı yaktım, öykülerimi yırttım. Ve ölüm yolculuğuna başladım. Mayıs 2011 zamanları, hayatımın en zor ve korkunç dönemi başlamış oldu.

Çünkü ben sandım ki, kucağıma düşüverecek aradığım. Aşk, çalıverecek kapımı. Öyle olmadı dostlarım, hiç öyle olmadı. Ben ne olduğumu, kim olduğumu kaybettim. Aynada gördüğüm o kişiden korktum, uzaklaştım, tanıyamadım. Dönüştüğüm kişiyi sevmedim. Her gece o yüreğe, şah damarımdan da yakın olan O'na kızgınlığımı haykırdım sadece. Ve her gece "Bitir işimi." dedim, böyle nasıl yaşanır bilemedim.

O'na kızgındım. Hem de çok. Çünkü beni terk etmişti. Bana yalan söylemişti. Bana dair her şeyi yok edip, talep ettiğimi vermemişti. Belki de benimle hiç konuşmamıştı. Belki de sağır olmuştu kulaklarım O'na karşı.

Talan olmuştum.

Aramayı bırakmıştım, O'na dua etmeyi bırakmıştım, O'nu sevmeyi bırakmıştım. Affedemeyeceğimi biliyordum. Affetmeye dair beklentim ve ümidim de kalmamıştı.

Sonra...

Sonra işler biraz değişmeye başladı. Hayatıma biri giriverdi. Nasıl söylenir; ruh eşi gibi. Yıllar sonra ilk defa O'nunla yeniden konuşabileceğimi hissettim. Konuşmaya çalıştım ve sordum "O doğru kişi mi?" diye. "Evet.." dedi, "Aradığın sana ulaştı küçük kız."

Nasıl sevindim, nasıl mutlu oldum anlatamam. Düşünsenize, artık ben de normal olmaya başlamıştım. Seviliyordum, seviyordum. İnanılır gibi değil.

Sonra...

Sonra işler biraz daha değişmeye başladı. Ruh eşim olduğuna tüm kalbimle inandığım insan tarafından terk edildim. Hayır, terk edilmedim. Başka birine tercih edildim. Demek O, bana yalan söylemişti. O'nu, yani kalbimi, yani bana şah damarımdan da yakın olanı dinlememeli miydim?

Dinlemeyi bıraktım. Yerde kan revan içinde, göz yaşlarımla dua ederken; "Düştüm ama kalkarım, yeniden aşık olurum." derken, her nidamda O'na olan kızgınlığımı haykırıyordum.

"Beni terk ettin. Beni neden terk ettin? Beni neden sevmiyorsun? Beni neden dinlemiyorsun? Neden dualarıma, yakarışlarıma yanıt vermiyorsun? O zaman, bitir işimi. Ben yapamam, sen al canımı. Sabahı görmesin gözlerim."

Böyle uyuduğum her gecenin sabahına uyandım. Bu yüzden kızgınlığım daha da arttı. Beni o kadar dinlemiyordu ki, beni bu hayat cehenneminin ortasına atıp, bırakıp gitmişti.

Sonra...

Sonra işler biraz biraz daha değişti. Yeniden aşık oldum. Kalbim o kadar kaskatıyken, nasıl yumuşadı inanın ben de bilmiyorum. Ama korkuyordum, ne kapımı açabiliyordum ne de kapıya vurabiliyordum.

Ve bir gün "Yeter!" diyebildim. Sesim gümbür gümbür duyuldu. "Ayağa kalkma zamanın gelmedi mi senin?" dedim kendime. Ayağa kalkma zamanım gelmişti, aşk dilenmeyi bırakıp kendi yüreğimle barışmaya çalıştım önce. Her gece, her sabah kendimle konuştum, kendimle barıştım. Kendimi sadece kendime emanet ettim.

Biliyor musunuz? O'nunla da barıştım. Meğer beni hiç terk etmemiş ki. Hep benimleymiş, hep bendeymiş. Ben kendi kederimde öyle kalakalmışım ki, sadece doğru yöne bakamamışım. Aldı beni, dizine yatırdı, saçımı okşadı. "Aç kalbini küçük kız." dedi bana. "Bak konuşuyorum, dinle sesimi. Sevginin peşinden git."

Sonra...

Ben de öyle yaptım. Harika bir 5 ayın sonunda, acılar içinde kendimi yeniden kıvranırken buldum. Sanki sevdiğim kişinin elinde bir silah vardı ve beni vurup yaraladı. Öylece bıraktı ve çekip gitti. Hayır, terk edilmedim. Başka birine tercih edildim.

Eee ben bunu daha önce yaşamamış mıydım? Neden aynı şey oldu yine? Neden yine kendimi küçücük, ezilmiş ve parçalanmış hisseder oldum?

Neden neden neden bana "Sevginin peşinden git." dedi O bana? Bu işin sonunun böyle olacağını bilmiyor muydu? Her şeyi bilen O, beni neden yine bir ateş çemberinin içine atmıştı?

Hesaplaşmam gereken bazı konular vardı...