26 Ocak 2020 Pazar

Düşenler ve Yükselenler - 2

Kelimenin tam anlamıyla bir kazı çalışması yapıyorum. Bilmiyorum, belki de kentsel dönüşüm gibi bir şey.

Bursa'da aklımın tüm melekelerini bıraktığım o günden beri neredeyse 6 ay geçti. Tam o anda her şeyimin yıkılışının o boğucu sesini duydum. Her şeyim yıkıldı.

Sadece basit bir bitiş, hatta belki zaten bitmesi gerek bir bitiş gerçekleşmesine rağmen neden bu kadar ağır bir travmaya maruz kaldım? Neden hayatımdan çıkıp giden o insan, beraberinde bana ait olan her şeyi götürdü? Ben o gün, o AVM'nin kapısının ardında, otobüs durağına yaklaştığım esnada, duvara yaslanıp, neden "Hiç bir şey artık düzelmeyecek?" diye ağladım ve bir buçuk saat boyunca susmadım?


O yakıcı ateşin etkisiyle, can havliyle her yola başvurdum. Meditasyon yaptım, kendi içime biraz daha dönebilmek için namaz kıldım, kitaplar okudum, kundalini yoga ile yollarımı yine keşistirdim (iyi ki), psikiyatrist kapılarını aşındırdım... Kazdıkça yeni şeyler buldum. Aslında beni bu ayrılığa sürükleyen kararlarımı, sözlerimi ve aslında zaten bunu yaşayacağımdan emin oluşumu, korkularımı, kaygılarımı... Bir sürü şeyi keşfettim. Yüzleştim de, çıktım karşısına "Neden?" diye sordum. Tatmin olmadım, içim soğumadı. Yıllar sonra ilk defa toplum içinde kriz geçirdim. Ya da onun gibi bir şey. Ne olduğunu tam olarak ben de bilmiyorum.

Her şey ama her şey ufacık ufacık birikerek, beni ağır ağır öldürdü.

Sonra hayattaki en doğru kararlarımdan biri olan, İstanbul hikayem başladı. Pılımı pırtımı topladım ve terk ettim doğduğum, büyüdüğüm şehri. Oh be, dünya varmış!

Kalbimde yer alan ve asla geçeceğine inanmadığım o sızı ilk defa Bursa-İstanbul yolunda, deniz otobüsünde durdu. Nasıl olduğunu anlayamadım. Penceren dışarıya, denize bakarken o acının artık bende olmadığını fark ettim.

Bittiğini sanmıştım. Ama sadece şekil değiştiriyordu. Bedenim bu ani değişime korkunç bir direnç gösteriyordu. Yaşadığı ev, uyuduğu yatak, yürüdüğü yol, yaptığı iş değişmişti; yıllarca tecrübe ettiği bütün her şey, yeni bir ofisin duvarları arasında sanki buharlaşıp gitmişti, yeni bir dünyayı öğrenmeye çalışıyordu, kullanılan dili çözmeye çalışıyordu; bütün gündelik rutinleri değişmişti, duyguları alaşağı edilmişti. Kızgınlık, kırgınlık, nefret, öfke, özlem, sevgi, aşk; bütün duyguları aynı anda yaşıyordu. Bedenim de haklıydı. Bu denli bir mücadele, onun için de çok zordu.

Ama durmadım. Kazmaya, deşmeye, yaramın derinine inmeye devam ettim. Bende travma bırakan üç ilişkimle birden yüzleştim. O üç kişiye de bende açtıkları yaraları anlattım. Birini çoktan affetmiştim zaten, birine hala kırgın olduğumun farkında bile değildim. 12 sene sonra, beni nasıl biri haline dönüştürdüğünü anlattım. Birine ise, onu hayatım boyunca affetmeyeceğimi söyledim. Ve ekledim; "Umarım bana yaşattıklarının hesabını vermeden ölmezsin." Aylarca beni uykularımdan gözyaşları içinde uyandıran o acının kaynak noktasına, aylarca söylemeyi planladığım bütün cümleleri söyledim.

Ama kazmaya ve deşmeye devam ettim. Arkeolog olamadım, Sfenks'in altını kazamadım belki ama yaralarımı kazdım. Ve yüzleşmekten ölümüne korktuğum başka bir durumla karşılaştım; değersizlik, değersiz ve yetersiz hissetme.

İşte bu yüzden hayatımdan zaten gitmesi gereken insan beni öylece bırakıp giderken, bana ait bütün güzel şeyleri de götürdü. İşte bu yüzden geriye sadece değersizlik duygusu kaldı. Çünkü ben onun beni sevmesini sağlayamayacak kadar yetersizdim, yıllarca sadece onun hayatına öylece eşlik ettim. O benden daha iyi, daha mükemmel birine beni tercih etti.... Bakın burası kör nokta, burası Yusuf'un düştüğü kuyu. Bu değersizlik çukurundan çıkış zor, çok zor. Bu nokta benim kendimi sevmeyi bıraktığım noktaydı. İnsanların yüzüme baktığında bende gördüklerine inandığım şeydi. Çünkü ben aynaya baktığımda bundan başka bir gerçeklik göremiyordum.

Kazmaya devam ettim. Bu duygunun kaynağını bulmak zorundaydım. Tek tek bütün ilişkilerimi masaya yatırdım. Bütün sosyal bağlarımı tek tek gözden geçirdim. Nerede kendimi yetersiz hissediyordum, hangi durumlar veya davranışlar bana değersiz hissettiriyordu; bulmak zorundaydım.

Sonra çocukluğumdan bir anıyla karşılaştım. Kalabalık bir aile toplaşmasında, köşeye sinip, etrafı seyreden o küçük Zeynep'i buldum. Ortama giremeyen, sohbete katılamayan, gülse de sesi çıkmayan, konuşsa da sesi duyulmayan o Zeynep'i gördüm, oracıkta. Kendini tamamen kaybolmuş yok olmuş hissederken, belki sadece biraz özel hissedebilmek ve kendi dünyasının esas kızı olabilmek için öyküler yazan Zeynep'i, o öykülerdeki Gülçin'i, Esma'yı, Yeşim'i ve hatta Güneş'i; acılar yaşayan, kayıplar yaşayan o hikaye karakterlerini... Hepsinde bir ortak nokta vardı. Hayatları çok zordu. Bu yüzden özellerdi. Gülçin; antik ve lanetli bir ruhla savaşıp, onu olması gereken hapse geri gönderiyordu. Esma; dünyayı korumaya çalışan bir özgürlük savaşçısıydı ve uzaydan gelen yaratıklarla savaşıyordu. Yeşim; ailesini ve hatta bir çok şeyi tehdit eden gizemli ve kadim ruhlara karşı kendini siper edip, kendi hayatı pahasına herkesi koruyor ve kurtarıyordu. Güneş... O da zaten Güneş'ti, parlamak için önce yanması gerektiğini bilen, önce dostlarını sonra sevgilisini kaybeden, imkansız aşk yaşayan, evrenin yaratılış sırrını bilen kişi. Hepsi ama hepsi aynıydı.

Kazmaya devam ettim. İlişkilerimdeki korunma ihtiyacımı, yani aslında kendime bir güvenli bölge arayışında olduğumu fark ettim. Ben kendime güvenli bölgeyi zaten kuruyordum, şüphesiz. Kendime yetebiliyordum, kendime bakabiliyordum. Ama yorulduğumda yaslanacağım bir duvara, gerektiğinde tüm varlığı ile bana o güvenli bölgeyi oluşturacak kişiye ihtiyacım vardı. Neticede ben eksik ve yetersizdim. Benim, beni tamamlayacak birine ihtiyacım vardı. Bu yüzden aslında ilişkilerimde partner değil, ebeveyn arıyordum.

Bu noktada da kendi ebeveynlerimle olan ilişkilerimle yüzleşmem gerekti. İşte burası benim için en zor olandı.

Hala kazmaya, hala sorunların kaynaklarını aramaya devam ediyorum. Çünkü hala yaralarım acıyor. İyileşiyor elbette ama hala canım acıyor. Hala bazen anılar balyoz gibi başıma iniyor, hala o anları aynı acıyla hatırlamaya ve tekrar tekrar yaşamaya devam ediyorum.

Ama iyileşiyorum.

Son aylarım, yıllar sonra hatırlamak istemeyeceğim kadar zor geçti. Ama bir sürü şey keşfettim; kundalini yoga, mindfulness, öz şefkat, Simurg kuşunun öyküsü, çocuk Zeynep ve korkularını, arkadaşlarımın desteğini, öz sevginin önemini... Ve keşfetmeye de devam ediyorum.

Çok yorgunum. Ama biliyorum ki benim yaşadıklarımı yaşayan, benim yolumdan yürüyen herkes böyle hissederdi. Ben de herkes gibiyim, normalim. Yeterliyim.

Okyanusun ötesinde görüşmek üzere...