24 Ağustos 2016 Çarşamba

Beşinci Anlaşma Üzerine Bir Deneme




Ne kadar ağladığımı hatırlamıyorum. İçim parçalanırcasına seyrettim o filmi: 8 Saniye. Siz hiç bir kitabı okurken yada bir filmi seyrederken böyle hissettiniz mi? Aynı şeyleri, her bir saniyesini tek tek yaşar gibi. Ama her şeyi de yaşamadan sadece yazar gibi.

Tam olarak ne zamandı hatırlamıyorum, sanırım bir kaç ay önce. Rast gele açıverdim önüme o filmi. Ve hayretler içinde seyir ettim. Konusunu açıklamak istemiyorum, dilinize bir parmak bal çalıp kaçacağım. 8 Saniye'nin bana sunduğu başka bir armağandan bahsedeceğim size: Don Miguel Ruiz. Toltek spiritüalisti olan yazar en çok da Dört Anlaşma kitabıyla bilinir. Ve ben de size onun Beşinci Anlaşma kitabından bahsedeceğim.

23 Ağustos 2016 Salı

İtiraf Manifestosu: Adım Güneş!

Ne hissettiğimin bir önemi yok, dedi küçük kız ve sustu. Gerçek değildi yaşadıkları. Gökyüzüne bakar gibi baktı aynadaki gözlerine. Vakit, gitme vaktiydi.



Ve gittim.

Gözlerimi açtım. Kulağımda inceden inceye mırıldanan ezgiyi dinledim önce. Küçük bir mırıltı gibi, rüzgara karışıp çalan bir ud sesiydi. Tanıyor gibiydim ama çıkartamadım. Rüzgar esmeye başladı sonra. Kurak ve sıcak çöl rüzgarı saçlarımı kumlarla dolduruyordu. Dudaklarım kurumuştu. Ama susuzluğum suya değildi sadece. Bir cevap arıyordum.

Başımı doğrulttum, alnımı değdirdim güneşe. Ve güneş bana o devasa taş yığınlarını buldurttu. İlk kez o zaman galip geldim korkularıma, daha sonra adına "Müfettiş" diyeceğim karanlık sırlara. Tanımıştım, taş yığınları Santiago'nun hazinesini aradığı, uğruna tüm koyunlarını satıp bilinmeze atıldığı yerdi. Benim ikiz kardeşim, yasak sevgilim, memleketim, kara sevdamdı. Dokundum. Parçalı ve sert yüzeyindeki her bir karesini hissettim tenimde, kokusu karışsın sayfalarımın kokusuyla diye.

Gize'ymiş orası. Öyle dedi bir anda yanıma gelen Hayal. "Ben senin hayal arkadaşınım." dedi. Bir öykü düşecekmiş gönlüme ve bir yara açacakmışım kendimde. Aşık olacakmışım; doyamadan, toprağa gömecekmişim. Yazacak, yazdıkça yaşayacakmışım. Öyle söyledi küçük kız. Gözlerini gözlerime değdirdi. Ruhunu ruhuma taşıyarak: "Yaşadığımız herşeyi yalnızca yaşamamız gerektiği için yaşarız Güneş. Soğuklara hazır ol çünkü üşüdüğünü hissedeceksin." dedi. "Ne hissettiğinin bir önemi yok. Yüreğin artık yüreğim." dedi.

Sustum. Ne söylenebilirdi ki. Gözlerimin önünden akıp gitti bütün hikaye. Emre'nin gelişi, Cem'e sarıldığım o son an. Ah başak saçlı narin dostum. Öyle güzeldi ki kokusu ve öyle mağrur. Özkan'ı gördüm sonra. Benliğini bana ver Güneş, derken sesinin nasıl kısıldığını seyrediyordum. Çöl kokulu sevgilim diyordu bana, ben de ona öyle sesleniyordum. Aynı anda. Seslerimiz karışıyordu birbirine. Ve öyle çok seviyordum ki, kendimi sevmeyi unutuyordum.

Kendime geldim bir anda. Hayal de kaybolmuştu. Ben, o taş yığınlarımın arasında kalakalmıştım. "Benim Mısır'ım." diyordu Champollion oraya, ben ise sadece "yasak kentim" diyebiliyordum; Yusuf'un Ken'anı, bana yasak kentim.

Sana geldim ey çöl!
Ben de sen gibiyim çünkü. Hüzünlü, parça parça ve an be an karışıyorum rüzgara. Savruluyorum. Soğuyorum. Parmaklarımdan kök salıyorum toprağa. Tıpkı yalnız bir akasya gibi, çöle karışıp hayat buluyorum.

Bu bir itiraf manifestosudur. Güneş'in kendini kaybettiği, kendini bulduğu ve sonra yine kaybettiği öykünün giriş satırlarıdır. 

İtiraf ediyorum ki, Cem'in öldüğü öyküyü ben yazdım. Kokusunu kursağımızda ben bıraktım. Ben yok ettim Güneş'in hayata tutunma sebeplerini ve ben gönderdim Emre ile Hayal'i. Ben yazdım da geldi Özkan ve feda etti melekliğini Güneş'i uğruna ve Güneş adı gibi yemin etti sırrı korumaya. Özkan'ı Müfettiş katletti. Ben yazdım ve kaybolup gitti. "İyi bilirdik." dedik tabutuna doğru, ama hiç iyi bilinmedi Özkan. Ben yazdım Güneş ve Özkan'ın yasak aşkını ve ben ortaya çıkarttım. Müfettiş Güneş'i bulduğunda, o küçücük otel odasında, parçalanmış yüzünü değdirdi Güneş'e. Ben akıttım Güneş'in kanını. Korkularımı hep Müfettiş ile yazdım. Ve yazdım, yazmaya devam ederken döndü Özkan Güneş'ine. Dedi ki: "Seni seven her kalp benim kalbim.", "Ya sevmeyenler?" dedi Güneş, "Sana değen her kalp benim kalbim." dedi Özkan. Ama Güneş unuttu. Özkan'ı unuttu, ona olan sevgisini unuttu. 

Adım Güneş. Adım gibi parlak olsun isterdim hayatımı. Benim yurdum ötelerde, okyanusun ötesinde bir yerlerde. İşte bu yüzden okyanusların ötesi daima kuraktır yüreğimde. Yüreğime hoş geldiniz. Okyanusun Ötesinde görüşmek üzere...


Güneş