16 Aralık 2017 Cumartesi

Ben Bir Çölüm

Ah sevdiğim, ah gözümün nuru, çöl kokulu sevgilim,

Sana "Gitme." derken çok ciddiydim. Ve sen öleceğini bile bile gittin. İşte böyle başladı hikayemiz. Ne seni uzaktan gördüğüm o okul bahçesi, ne de lotus izini tanıdığım o dar koridor; dizlerinin üstüne çöktüğün ve o son nefesini aldığın yerde verdim ben kendimi sana. O an anladım hicran dolu bir öykü bizimki. O an anladım sevgilim, vuslat uçsuz bucaksız bir okyanus. Ve okyanusun ötesi bizim evimiz.

Nasıl anlatsam bilemiyorum; savruldum dört bir yana. Ben de kıyardım canıma, sana vefam olmasaydı, Aşk'ı bilmeseydim, sırrı korumasaydım. Yokluğuna düştü yolum çaresizce, ne yapsam bilemedim. Yüreğim ısınsın istedim, sen kendini sundun önüme.

Ah sevgilim, sen yokken bir gece bir ses geldi müfettişten. Gittim, kendi ayaklarımla kendi sonuma gittim. Yüzünde ince uzun bir bez maske; dişleri dökülmüş, teni kurumuş. Ağır adımlarla yaklaştı yanıma, bir eliyle bileğimi kavradı. Sanki tüm zehrini akıtıyordu. Diğer eliyle, gömleğimi sıyırdı, göbek deliğimden içeriye geçirdi tırnaklarını. Yakıcı nefesini hissedebiliyordum en yakınımda. Biraz dirensem öfkesiyle alev alacaktım. "Sen" olmak istiyordu, göremedim. Korktum, morardı kollarım ve ayaklarım. İnce ince kan süzüldü bedenimden. Bana bir ömür is kokusunu bıraktı.

Sen yoktun, ben bir hicrana dönüştüm. Sarardım, döküldüm.

Bir türkü vardı, bilir misin; "Akşam olur karanlığa kalırsın..." Günlerce, gecelerce bunu fısıldadılar kulağıma. Acınla savaş dediler. Sevgilim, sensizlikle nasıl savaşılacağını bir türlü beceremedim.

Ve geldin. Bahar oldu umutlarım, geldin. Ben acınla ölürken, yeniden yazdım hikayeyi de geldin. Hiç gitmemiş gibi, bana "Git." dememişsin gibi. Yüreğimdeki is kokusunu silmek için geldin. İkimiz için de kolay olmadı. Zordu biliyorum senin Emre'yle yüzleşmen. Sende lotusun izleri yeni yeni silinmişken, benim meleklerimle görüşmen, kabul edilememen. Ama Hayal de derdi hep "Yeniden başla yazmaya ve yaşamaya. Haydi küçük kız, yeniden başla sevmeye." Ben Güneş olup, yeniden sana doğdum sevgilim.

Sana doğdum, seninle vücut buldum. Seninleyken, senden ayrı kaldım. Hani kessem damarlarımı oluk oluk sen akacakken, dokunduğum ama tutamadığım yerde kaldın. Seni sevmek hem cennet hem cehennem oldu bana. Seninleyken yeni hasretlere gebe kaldım. Gelmiştin, ama hiç gelmediğini zamanla anladım.

Bunca şey yaşandı, bitti. Güz bulutları geldi, müfettiş af diledi. Hala vakti gelmedi mi vuslatım? Seni çaresizce bu kadar severken, bir lütfuna bu kadar muhtaçken, beni kendinden böylesine mahrum bırakmana vicdanın nasıl el veriyor? "Git." dedin, gittim. "Gel." diyorum şimdi de ben sana, "Uğrunda yanayım Kerem gibi." diyorum, "Dağları deleyim, Ferhat gibi, gel." ve hatta "Bir sabah erkenden seherle, kimseler görmeden gizlice gel." Gel yeter ki... Gel de dinsin yağmurlarım. Gel de bitsin güz.

Gel de sahipsiz, evsiz kalmış bir küçük Güneş'i al. Okyanusun ötesi bizim evimiz. Çöl bizim yolumuz. Biz o çöldeki her bir kum tanesiyiz.

Gel.

Okyanusun ötesinde görüşmek üzere...

Güneş







1 Aralık 2017 Cuma

Güneş'e Methiye



Evimin terasında, gökyüzünü izlediğim bir sonbahar akşamı fısıldandı kulağıma: "Güz bulutlarını bekle."

Var olduğum her an, aradığım o sorunun cevabı serilecekti sanki önüme. Öyle bir korku, öyle bir heyecan sardı; kelimeler kifayetsiz. Bekledim. Günler geçti, aylar geçti; kaç güz, kaç bahar bitti sayamadım. Ama ne müfettişle bitti savaşım ne de kendimle. Ne müfettişi ayrı gördüm kendimden sonra, ne de meleklerimi. Hepsi tek, hepsi tek bir nefesti. Ama yüreğimi yakan o od, hiç bir zaman sönmedi.

Zamanla unuttum ben de yenilgilerimi, savaşlarımı. Ateşkes istedim, örttüm külleri üstüme. Sessizce soğumayı bekledim. Soğudum da; yüreğimi dinlemeyi unuttum. Çoğu zaman da o konuşmayı kesti benimle. Bana yalan söylediğine bile ikna olmuştum. Nasıl olmayayım, nasıl? Dalgalı denizlerden çıkıp limana en çok ihtiyaç duyduğum anda batırmadı mı beni soğuk sulara? Müfettiş, yakmadı mı canını Güneş'in o karanlık odada? Akmadı mı oluk oluk kanı da, sessiz kaldı feryadı? Dirildi küllerim, yeniden ateş aldı söndürdüğüm her şeyim.

Ve şimdi; bunca güz, bunca bahardan sonra müfettiş "Hazırla." dedi siperlerini. "Oluk oluk aktığın o karanlık odanın öcünü de alabilirsin, yok da edebilirsin korkularını."
"Biter mi?" dedim ona.
"Aç gönlünü." dedi bana. "Özkan olmama izin ver."
"Kader." dedim, "Müfettiş, kader. Sevdiği uğruna canından olanla nasıl aynı olursun sen?
"Aynıyız zaten." dedi....
Sessizlik çöktü üstüme, ne cevap vereceğimi de bilemedim. Haklıydı. Ve belki de bu yüzden savaşın kazananı ya da kaybedeni olmayacaktı. Ve belki de sırf bu yüzden bir mum alevi haklıydı "Bu senin yolun, sabret." derken.

Ne çok kaybolmuşluk geçti içimden. Hepsini tek tek dinledim, hepsiyle tek tek oturup sohbet ettim. Belki bu yüzden hiç sönmedi yüreğimi yakan o dayanılmaz acı. Belki de bu yüzden hep loş ışıkta ve ılık yağmurda ıslandım. Kendime yazdığım dünyada Özkan'ı öldürdüm, Özkan'ı yeniden yaşattım. Ben kim olduğumu unuttum. Dünyam neresi, evim neresi; hiç bir zaman bulamadım.

Ve bir gün bir kitap buldu beni. Adı Simyacı imiş. Santiago imiş delikanlının adı, Endülüslü bir çoban imiş. O da benim gibiymiş. Var olması gereken yeri arıyormuş, çoğu zaman benden daha cesur imiş. İkimizin de yolu kişisel menkıbelerimizmiş. İkimiz de hayallerimizin Mısır Piramitleri'nde olduğuna inanmışız. İkimiz de yanılmışız. İkimiz de dayak yemişiz çölün ortasında. Ne güzel ki, ikimiz de Simyacı'yla tanışmışız.

Bir yaşın daha bitti, bir yıl daha bitti küçük kız. Savaşın da bitsin. Hadi! Yap artık!

Okyanusun ötesinde görüşmek üzere, en çok da seninle küçük kız.

Ait olduğun yeri bulman dileği ile, mutlu yaşlar sana...