13 Haziran 2018 Çarşamba

Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Şeyler Var




Henüz çok erken. Asla "Öğrendim." diyemem hayattan ama çaba sarf ediyorum. Yavaş da olsa, yorucu da olsa, etimi kemiğimden ayırsa da öğreniyorum.

"Kederi de yaşamalısın, bütün benliğinle" diyordu Ataol Behramoğlu, ve ekliyordu "Çünkü acılar da sevinçler gibi olgunlaştırır insanı" İşte bu manifesto bu değişimin hikayesi.

İnsanların bana söylediği bir şey vardı: "Henüz yolun başındasın." Ortalama 70 senelik insan ömrünün çeyreğinden fazlasını tamamladım. Ama bana verilenden daha fazla hayat yaşadım. Doyasıya öyküler yazdım. Doyasıya acılar çektim yazarken. "Yazmak yaşamaktır." derken, ben de diğer bütün hikaye kahramanlarım gibi, ince ince akıttım kanımı. Bu yüzden hiç bir acı bana uzak değil. Hepsi yüreğimde taze bir yara. Hiç birinin iyileşmesine ya da kabuk tutmasına izin bile vermeden yenisi yazdım. Kendimi öldürdüm ve kendimi doğurdum defalarca.

Siz hiç bir kara deliğin içinden geçtiniz mi? Kum saatinde yolculuk yaptınız mı? Ya da yasak bir elmanın peşinden bir ömür koşmaya yemin ettiniz mi? Hiç kayboldunuz mu derin okyanuslarda da, yoldaşınız gün batımında kendine gökyüzünde yer edinen bir dolunay oldu mu? Hiç kendi içinize bakarken bir anda tüm kainat serildi mi önünüze ve bir kum tanesi gibi savruldunuz mu yer yüzünde?

Yazmak yaşamaktır, yazmak yaratmaktır, yazmak çoğaltmaktır.

Yaşadıklarımdan bir şeyler öğrendiysem eğer, en çok da sözün büyülü bir gücü olduğunu öğrenmişimdir. Umut edip, çekmeceye kaldırdığım her rüyayı bütünüyle yaşarken, "Yapamazsam ölürüm." dediğim ne varsa, çözülüverdi avuçlarımda. Ama en acısı da, ölmedim. Ellerimden kayıp giden her şeyi izledim. Her zaman kapımın arkasında olan sırt çantamı kaybettim, valizimi uçurumdan attım, kitaplarımı yaktım, not defterimi yok ettim. Bunları bilerek ve isteyerek mi yaptım, seçim şansım var mıydı ya da karşılığında ne bekledim; artık hatırlamıyorum. Ama genç çobanın "Düşlerinin peşinden giden yürek kesinlikle acı çekmez. Çünkü araştırmanın her anı Tanrı ve Sonsuzluk ile karşılaşma anıdır." sözlerini hep işittim. Fısıltıyla yaklaştı bana her seferinde, ince ve cılız bir sesle sağ kulağıma doğru eğilerek söyledi: "Her şey bir ve tek şeydir."

"O halde..." dedim ben de; "O halde neden karşılık bulmadı infakım?" ve bana her seferinde aynı şeyi söyledi: "Bekle!" dedi, bekledim...

Yolumu çizdim, yolumu sildim. Hayaller kurdum, hayal kırıklığı yaşadım. Hatta o kadar derinden yaşadım ki, bir daha hayal kuramayacağım sandım. Ve hatta yeniden öyle derinden yaşadım ki, bir daha asla başaramayacağım sandım.

"Ölsem ya..." dedim, "Ne olur acaba? Biter mi bu, kurtulur muyum Zeynep'ten?" Ama yaşadım, "Demek hala umut var." dedim ve sonra aramaktan vaz geçtim. "Madem bir süre daha Zeynep'leyim, o zaman onu biraz mutlu edeyim." dedim.

** Trekking yapmaya başladım. Hayatımın en güzel deneyimlerinden biriydi. Yürümenin felsefesini de yapmaya çalıştım ama hayır, gerek yoktu. Ama ne kadar yükseğe çıkarsam, manzaramın da o kadar güzelleştiğini gördüm. Pazar sabahları herkes tatlı uykusunda uyurken, evdeki herkesi sıcak yataklarında bırakıp yola koyuldum. Yürürken çok ama çok yoruldum. Üşüdüm, terledim, ıslandım, çamura battım. Hatta zaman zaman pes etmeyi ve beni helikopterle almalarını istemeyi düşündüm. (Fazlasıyla dehşet verici :D)  Kollarımda ve bacaklarımda morluklar olmaya başladı, dikenliklere girdim, ısırgan otlarına daldım. Saatler boyunca doğaya uyum sağlamaya çalıştım ama fark ettim ki, doğa zaten kucağını açıyormuş insana. Bize yol boyunca doğaya saygı duymamızı söylediler ve o an toprağın soluk alıp verişini dinledim.

Ormanda sağanak yağmur altında, çamurda kaymadan yürümeye çalışırken bir an durdum. Başımı kaldırdım. Upuzun yeşillikler içindeki, kahverengi gövdeli ağaçları ve ormanı saran çamuru gördüm. Ve yeşil ile kahverengi arasında bir örtü gibi ormana serilmiş sis, gördüğüm en dehşet verici güzellikteki şeydi.

Gece yarısı dağdaki patikada, dolunay rehberliğinde yürürken ve önümüzdeki ucu bucağı olmayan yollar ay ışığı ile aydınlanırken, bir anda içimize dolan taze kekik kokusu bizi baştan aşağıya büyülemişti.

Zor yollar her zaman en güzel manzaralara çıkıyordu.

** Yogaya başladım. Yıllardır zaten meditasyon yapmayı öğrenmeye çalışıyordum ama bir çok insanın aynı yerde, kolektif bir bilinç ile yüreklerine dokunması; muazzam açılımlar yapıyordu. Meditasyon anılarımdan bahsetmek istemiyorum, hepsi bana özel şeyler ancak yoganın kendisi zaten başlı başına bir mücadele oldu hayatımda.

Asla yapabileceğime inanmadığım hareketleri yaptım, şekillere girdim. Bir Güneş gibi, güneşi selamladım. Ağaç oldum, dağ oldum; Zeynep'i kapı arkasında bırakıp yol oldum, yolcu oldum.

Durup arada kendime dışarıdan baktım. Kendime hayret ettim. Kendimle gurur duydum. Kendimi bir çikolatalı pasta ile ödüllendirdim. :) Bu kadar hareket halindeyken nasıl hala kilo almayı başardığım için şaşkındım. Ama kendimi böyle kabul etmeyi ve sevmeyi öğrendim.

** İlk defa kendimi bir cinsel yönelim ile tanımlamamaya başladım. Ben sadece Zeynep'tim. Ve kimden hoşlanacağımı da toplumsal sınırlarla çizemezdim.

Toplumun inşa ettiği Zeynep'i yıktım. Oh be, dünya varmış. Nasıl rahatladım, sormayın. Zeynep'i yeniden ben inşa etmeye başladım. Ve laf aramızda, yeni Zeynep'i daha fazla sevdim.

** 23 yaşında bisiklet kullanmayı öğrendim. Bakın bu da asla başaramayacağımı düşündüğüm bir şeydi. Ama yaptım. Tekerleklerin beni bir yerlere götürmesine izin verdim. Kulağımda şarkılarla, rüzgarın ılık havasını içime çekerek sürmeye devam ettim.

Bisiklet sürmeye başlayınca, zihnimde hep devasa büyüklükleriyle yer edinmiş mekanların küçüçük olduklarını keşfettim. Bir çok yeri sadece kafamda büyüttüğümü, yola çıkınca yolların açıldığını ve sınırların sadece bizim çizdiğimiz çizgiler olduğunu gördüm.

Ve ortalama 70 senelik insan ömründe, daha yolun başında olduğumu, kulaklarımı tıkadığımda nasıl da yol kat ettiğimi öğrendim. Kendimden nefret ede ede, kendimi sevmeyi öğrendim. Kendimle gurur duymayı öğrendim.

Evet, henüz çok erken. Asla "Öğrendim." diyemem hayattan ama çaba sarf ediyorum. "Tamam artık oldu, öğrendim, aydınlandım." diye her söylediğimde, hayat bana küçük oyunlarını oynadı. Yanıldığımı gösterdi.

Ben de her düştüğümde yeniden kalktım. Sonra daha sert düştüm. Yeniden kalktım. Sonra çok daha sert düştüm ama daha hızlı kalktım. Çünkü yaşamak da tam anlamıyla buymuş. Ve ben bunları yaşayan bir istisna değilmişim. Hepimiz böyleymişiz.

Haydi itiraf edin kendinize, hepimizin yerlerde süründüğü muhteşem zamanlar var. Hepimiz duvara çok sert şekilde defalarca çarpıyoruz. Hata yapıyoruz, hayal kırıklığı yaşıyoruz. Ama büyüyoruz, öğreniyoruz ve yaşıyoruz.

Öyle değil mi?

Okyanusun ötesinde görüşmek üzere...

Not: Vegan olma konusunda da ilhama ve desteğe ihtiyacım var. :)




















11 Haziran 2018 Pazartesi

Senin Kim Olduğuna Ben Karar Veririm



Senin kim olduğuna ben karar veririm!

Çünkü sen bilemezsin. Çünkü senin artık sana ait bir varlığın, kimliğin yok. Sen, ben var olduğum sürece varsın. Ve sadece benim izin verdiğim sınırlar içerisinde var olabilirsin. Asla sınırlarımdan dışarıya çıkamazsın. Buna izin vermem. Çünkü sen yoksun.

Kendi giysilerini giyemezsin mesela. Çünkü genel olarak aptal olduğun için doğrusuna karar veremezsin. Benim seçtiklerimi beğenmek zorundasın. Zaten ben her zaman senin için en mükemmel olanı seçerim. Bu arada söylemiş miydim; gördüğün en cefakar, en cömert, en dürüst insan benim. Ama sen, buna rağmen bana saygı göstermeyecek kadar aptalsın. Nereden bileceksin ki zaten? Sen yoksun ki!

Kendine ait fikirlerin de yok senin. Oy vereceğin adaya bile ben karar veririm. Sen okusan da anlamazsın ne dediklerini. Boşver, ben en doğru olanı biliyorum. Kendine ait hayallerin de yoktur. Hele ki kendi kişisel rüyalarında bile ben yoksam, o zaman seyret fırtınayı. Senin var oluş amacın, sadece bana hürmet etmek.

Asla hasta olamazsın. Zaten en büyük sorunları, sıkıntıları ben üstlendiğim için senin fiziksel ya da psikolojik bir sorun yaşaman tamamen uydurma olurdu ve şımarıklık. Kanlar içinde kalsan bile abarttığından emin olurum. Ben de canım yandığı zaman söylemem. Kendime ve herkese dünyayı dar ederim, o ayrı. Ama söylemem. O yüzden sen de söylemeyezsin. Ama senin dünyayı, bırak bana, kendine bile dar etme hakkında yok.

Hataların var. Benim yok. Ben hata yapmam. Yaptıysam bile bunun sorumlusu yine sensin. Beni yanlış yönlendirmişsindir. Ama ben senin gibi bir aptalı dinlemeyecek kadar akıllıyım halbuki, nasıl oldu bu, şimdi ben de bilemedim. Neyse, sonuç olarak aptalsın.

Ben bağırırım, ben hakaret ederim, ben küfrederim; tüm varlığınla, seni var eden her şeyinle seni koca bir cehenneme iterim. Vururum; ellerimle, ayaklarımla, sözlerimle, ya da o an elime geçen her hangi bir şeyle. Yemek sofrasındaki bir tabakla mesela ya da bir terlikle, Çünkü terbiye etmek bunu gerektirir. Ben terbiye ediciyim. Sen aptalsın.

Seni devamlı bana huzur vermemekle suçlarım. Çünkü senin gizli gizli kendi kuytu dünyanda yaşadığını bilirim. Ben kendi kara bulutlarımda nefes almaya çalışırken, çevremdeki herkesi de bu bataklığa çekerim. Çünkü ben haklıyım, ben mutsuzken kimse mutlu olmaya tenezzül bile etmemeli.

Senin kim olduğuna yalnızca ben karar veririm.

Çünkü sen yoksun...