15 Eylül 2018 Cumartesi

İtiraf Manifestosu: Hikayenin Sonu


“Düşlerinin peşinden giden yürek kesinlikle acı çekmez. Çünkü araştırmanın her anı Tanrı ve Sonsuzluk ile karşılaşma anıdır.”

Bu cümleleri ilk kez okuduğumda henüz 16 yaşındaydım. Bir okuyuşta bitivermiştim kutsal kitabım Simyacı’ı. O gece de ona sarılıp uyumuştum. Ve kendimi yalnız hissettiğim bazı geceler hala da yaparım onu. Önce sayfalarını koklar, yıllar önce altını çizdiğim satırları yeniden okur ve yastığım bir köşesine iliştiririm. Ben bana Santiago’dan ne iyi bir dost, ne de ayna bulabildim çünkü. Ah delikanlı, bilsen yüreklerimizdeki sızıların bile aynı olduğunu…

Kitabı ilk kez bitirdiğim akşam, kitabın kapağını kapatıp, ağlaya ağlaya “Gitmeliyim.” demiştim. “Düşlerimin peşinden, kişisel mankıbemin peşinden gitmeliyim.”

Peki neydi beni kişisel mankıbem? Aslında bu soruyu bile sormamıştım kendime. Çünkü öyle iyi biliyordum ki nereye gitmem gerektiğini. Ve de öyle iyi biliyordum ki benim yolumun yürünerek geçilmeyeceğini.

İçimde yıllarca var olan ama adını bir türlü koyamadığım sırrımı keşfettim önce; “gizemli olanın peşinden gitmek” ya da bunun gibi bir şey. Sonra çölümü keşfettim. Ve o an anladım ki, çöl en büyük sırlara gebeymiş. Çöl, var oluşun ve yok oluşun anahtarını tüm ihtişamıyla yüreğinde barındırırmış. Bu yüzden okyanusların ötesi çölmüş. Okyanusların ötesi benim kendime aradığım yuvammış.



Heredot Mısır’da, Sfenks’in metrelerce altında uzanan dünyadan bahsetmiş. “Ya doğruysa?” dedim içimden, “Ya evrenin bütün sırları aslında avuçlarımızın içindeyse?..” Onlarca kitap okudum, onlarca sayfa karaladım.

Ama başka bir şey oldu. Bambaşka bir şeyle tanıştım. Sırt çantam çöl yolculuğum için hazırken, kendimi Konya’da buluverdim. “Aşıkların Kabesi’di” derlermiş oraya. Saatlerce, sokaklarında kaybola kaybola yürüdüm durdum güzel şehrimde. Şems’e uğradım önce. Durdum ayak uçlarında, “Yatır beni dizine”. dedim, “Okşa saçlarımı. Ve anlat bana AŞK’ı. Senden duymazsam anlamam. Sen söylemezsen işitemem yüreğimi kor gibi yakacak olan gerçekliği.”

Anlattı bana. Uzun uzun, tane tane. “Zor olacak ama .” dedi. “Korkarsan çıkma yola. Herkese göre değil. Pare pare parçalanacak kalbin. Derin dökülecek teninden. Üşüyeceksin. AŞK cayır cayır yakarken, üşüyeceksin canparem. Hazırsan düş yola. Değilsen bekle.”

“Hazırım.” dedim. İlk infakımı onun evinde verdim.

Mevlana’ya düştü yolum. Ah benim Rumi’m, canözüm. Nasıl da kalabalıktı başı. Nasıl da koca bir derya gibiydi önümde. Ona soru sormadım. Ona “Hazırım.” dedim. “Tamam.” dedi ve ekledi:

Kardeşim,
Sen düşünceden ibaretsin
Geriye kalan et ve kemiksin
Gül düşünür gülistan olursun
Diken düşünür dikenlik olursun

“Haklısın.” dedim. Ve tam da yanından ayrılırken, arkamı dönüp tekrar seslendim. “Rumi, Beni yalnız bırakma.” 

“Asla bırakmam.” dedi.

Kalbimin sesini dinlememi öğütlediler hep. Dinledim. Her gün, her gece, uyurken bile sadece kalbimin sesini dinledim. Onun doğru yolu göstereceğinden, kişisel menkıbesinin peşinden gidenleri hayatın ödüllendireceğinden, yolların açılacağından, düşlerinin peşinden giden yüreğin kesinlikle acı çekmeyeceğinden öyle emindim ki.

Ama sayısını hatırlayamadığım kadar hayal kırıklığı yaşadım. En çok da kendi limanımı bulduğumu düşündüğümde ve yanıldığımı anladığımda kendimi yerlere ata ata ağladım. Çünkü yüreğim bana “Bu liman, yıllardır aradığın durağın.” demişti. Bunu o söyledi. Tüm işaretleri takip ettim, hepsi ama hepsi aynı şeyi söylüyordu. Yanıldığımı fark etmem çok zamanımı almadı.

Bana yalan mı söylemişti yüreğim? Ya da ben onun dilini mi okuyamamıştım? Her iki durum da birbirinden kötüydü. Sonrası bilindik hikaye; önce hayal kurmayı bıraktım, sonra dua etmeyi. Daha sonra inanmayı ve şükran duymayı.

Her şey bitti. Yüreğimi dinlemeye, işaretleri takip etmeye çalıştıkça daha da zorlaştı.  Canözüm de bana yalan söyledi, yalnız bıraktı. Sesimi duymadı. Dualarım karşılık bulmadı. Kıyıya vurmuş küçük deniz yıldızları gibi, kuruyarak öldüm.

Ama ölemedim de. Böyle yaşamaya devam ettim. Duasız, inançsız, hayalsiz.
Şimdi geride kalan son çırpınışlarımla, tamamen dibe vurmadan önce son kez umut ediyorum: “Bir işaret gönder, bir ses ver.”

Ben yeniden başlamaya da hazırım.

Okyanusun ötesinde görüşmek üzere.

Zeynep Buket





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder