9 Kasım 2016 Çarşamba

Sen Düşünceden İbaretsin!


Uyandı küçük kız. Yerde öylece yatarken yatağındaki örtü devrilmişti üstüne. Derin soluğunu içine çekip doğruldu yerden, yatağı artık ona uzak bir yabancıydı. Gün aydınlanmamıştı henüz ve koca şehir sisle örtülmüştü. Pencerenin yakınındaki sandalyesine oturdu ve sokağın ortasında öylece uzanmış olan kediyi izlemeye başladı.

Kanını soğutan düşüncelerini hatırladı bir anda. Günlerdir düzgün uyuyamıyordu. Günlerdir yatağına giremiyor, sert zeminde yatmaya çalışıyordu. Ne zaman yatağına girse aynı rüya ile örtülüyordu uykusu. Peşinden koştuğu uzun boylu genç bir adam, yüzünü kaplayan siyah uzun sakalları ve uzun yeşil kandurası. Onu görmüyordu, seslenemiyordu da küçük kız. Sadece koşuyordu. Bir dağ yamacına götürüyordu onu yol, uçurumun dibine kadar inen, uzun, dar ve dik merdivenler karşılıyordu onu. Genç adam hızlıca iniyordu merdivenlerden ama küçük kız duruyordu. Öylece duruyor ve korkuyordu. Elinde iki büyük çanta vardı ve normal şartlarda bile merdivenlerden düşmeden inebilmesi çok zorken, çantalarla birlikte inmeye çalışması imkansızdı. Yüklerini bırakması gerekiyordu küçük kızın. Yüklerini bıraktı küçük kız. Çantalarını atıp, merdivenlere yöneldi. İşte her gece, yatağının sıcaklığını kavradığı her uzun gece bu rüya ile uyuyor, hep aynı noktada uyanıyordu. 



Pencereden bakıyor ve düşünüyordu küçük kız. Ne anlamı olabilirdi rüyanın. Nasıl yorumlayabilirdi, nasıl yorumlanabilirdi? 

Aynı gece, güneşin ufku yırtmaya başladığı saatlerde bir ses işitti yüreğinin derinliklerinde, "Soğuklara hazır ol çünkü üşüdüğünü hissedeceksin!" Yeniden bir rüyanın içinde olduğunu düşündü kız. Ama bu sefer korkmuyor, sesin onu götüreceği yolu izlemek istiyordu. Nasıl söylenir bilinmez ama, küçük kız arzdan semaya her bir zerreyi yaşamaya başlıyordu. Koydu kulağını yüreğine, susturdu bütün dış sesleri, "Konuş!" diyordu kendine ve konuşuyordu dili, "Aşk bedel istiyor...", "Veririm" diyordu küçük kız, "Ben de veririm başımı Şems gibi, ben de veririm aklımı Leyla uğruna Kays gibi.", "Hayır." diyordu ses, "Hayallerini versen yeter." İrkildi küçük kız. Canını koyduğu yolda cananını verebilir miydi? "Hadi kalk küçük kız. Bir gecede yak bütün kitaplarını, yık bütün hayallerini. Seni senden ayıran herşeyi yok et." 

Yok etti küçük kız. Ayağa kalktı ve ismini oluşturan herşeyi yok etti. Artık aynada görüdüğü yüz değişmişti. Vakit gitme vaktiydi. Yolculuk AŞK'aydı. Yol, Ölüm Yolculuğu'ydu. 

"Adım Güneş." dedi kız, "Adım gibi parlak olsun isterdim hayatımı. Benim yurdum ötelerde, okyanusun ötesinde bir yerlerde."

Okyanusun ötesinde görüşmek üzere küçük kız. 

Ufak bir ipucu vermek istiyorum sana. Yol haritana ekle, ne zaman çok seversen, vazgeç sevginden. Ne zaman çok özlersen, at kendini ateşlere. Sorma hangi acı daha büyüktür diye. Ne zaman korkarsan aynaya bak küçük kız. Tam orada, parmaklarından kök saldığında toprağa, O'nu göreceksin. Ben ismine Müfettiş diyorum, sen de ne istersen. Ben ona şeytan diyorum, sen muamma de istersen. Ben ona lotus meleği diyorum, sen Özkan de istersen. Bu arada mübarek olsun sevdan, Küçük bir "Eyvallah!" yaşadıklarına, yaşayacaklarına.

Nasıl demişti Mevlana: 
" Kardeşim,
Sen düşünceden ibaretsin
Geriye kalan et ve kemiksin
Gül düşünür, gülistan olursun
Diken düşünür, dikenlik olursun."




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder