15 Nisan 2017 Cumartesi

Yaşıyor Muyuz, Yanılıyor Muyuz?




Arada sırada bütün düşüncelerden sıyrılıp öylece yazıvermek çok iyi geliyor. Dil ya da metafor kaygısı gütmeden, okunup okunmama endişesi taşımadan sadece kendim için yazmak.

Eskiden bu düşüncelerle yazardım. Denemelerimi not aldığım büyük boy çizgili bir defterim vardı ki hala saklarım. 2009'dan beri en değerli köşemde durur. Her şeyi yok ettiğim o gece nedense ona kıyamamış, kenarda saklamıştım. Bazen hayret ediyorum, demek ki o kadar da her şeyi yok etmemişim. Mesela 2005 yılında yazmaya başladığım "mektup" serisi de hala duruyor. Küçük bir zarfa tıkıştırdım hepsini, beyaz anı kutumda saklanıyor. Yazmak benim için en ümitli şey olmuş meğer. Ve çoğu zaman da en korkutucu şey.

Yazmak hayatın bana "Ölmeden önce cehennemi tadacaksın." demek şekliydi. Hiç kolay değildi. Aşkı da ölümü de ayrılığı da yazarak yaşadım. Hiç kavuşamadığım bir şehre vuruldum, Hiç dokunamadığım bir hasrete gebe kaldım. Ne kadar kaçıkça düşünceler öyle değil mi? Bence kesinlikle öyle. Ama kendime kendim olabilme özgürlüğünü verdim ben. Ben bu düşüncelerle yaşamayı öğrendim.

Az önce Özgürlük Savaşçısı Öğretisi için yazdığım diyalogda Hayal Güneş'e "Belki de öldün ve bu yaşadıkların senin cehennemin." dedi. Bu satırları yazınca beynimden vuruldum, nereye kaçacağımı bilemedim. Ama yüzleşmek zorundaydım. Ölmek ya da sağ kalmak değildi mesele, ölümüne yaşamaktı. Ve ölümüne savaşmak.

Hayal ısrarla Güneş'e müfettişle konuş diyordu. Benim müfettişim ise bana "Hayatını sevmiyorsan değiştir o zaman." dedi. "Ya kolaydı öyle zaten." dedim. Sahi yapabilir miyim? O yapacakmış mesela kendine yeni bir mesken edinip gidecek. Ben artık kaçıp gitme düşünceleri ile yaşamıyorum. Zihin yolculuk etmediği sürece bedensel bir değişimin hiç bir anlamı yok çünkü. Ama zihinsel yolculuk için de kendimi fazla kırgın, yorgun ve yaşlı hissediyorum. Hatta terk edilmiş gibi. Hayal'le bu konu hakkında bir diyalog yazınca Güneş'i suçladı haliyle, Onu müfettişe karşı yeteri kadar güçlü olmamakla itham etti. Ama o ne yapsın, ona da yazık. 3 sene önce o küçücük otel odasında kızcağızın bütün hayatını aldı. Hiç unutmam, onu kanlar içinde bıraktı. Gerçi üzerine tekrar düşünüp bu sahneyi tekrar tasarladım. Güneş o odaya hiç girmedi ve müfettiş Güneş'in umutlarını hiç öldürmedi. Belki de bunun üzerine biraz daha çalışmam gerekiyor çünkü o gece o sahne yaşandı mı yaşanmadı mı, zihnim ne istiyor bilmiyorum.

Zihnim oyunlara alışık ama artık fazla yorgun sadece. Hala gerçek dünyanın neresi olduğunu kavramaya çalışıyorum. Ve bunu yaparken öfke doluyorum, kıskançlıkla birikiyorum ve dünya üzerinde ne kadar çok kötü his varsa hepsini aynı anda yaşıyorum. Kimseye bir şey belli etmeden elbette. Ve böylelikle kendimi öldürüyorum. 

Mesela bütün cinsiyetçiler, homofobikler ve bütün eski sevgililer ölsün istiyorum. Aynı anda hepsinin işi bitiversin. Kendimde yer alan kötü karakterleri öldürmek daha zor geliyor. Sahi müfettişin kalemini neden hiç kırmadım ben? 

Bu arada öykülerimde kendi hayatımda yaşadığım kişi ve olayları metaforlaştırıp öykülerimde yazarım. Müfettiş de kabaca korkularıma denk düşüyor. Elbette daha derin anlamları var ama henüz açıklamaya hazır değilim. Bu yüzden Güneş'in müfettişle savaşı, Zeynep'in kendi varlığını yok eden her şeyle savaşmasıyla özdeşleşiyordu. Ben öykümde müfettişi henüz öldüremedim; yani Cem'e kıydım, yetmedi Özkan'ı harcadım ama müfettişin işini bitiremedim. Nasıl bir hazım süreci varsa bende, inanın kendimi anlayamıyorum.

Ama Hayal, ölümüne yaşamak senin meselen dedi, ölümüne mücadele etmek. Hata yaptım kabul ediyorum. Geçen yazın sonlarına doğru müfettiş karşıma çıktığında, güz bulutlarıyla son savaşımızı yaşayacağımızı söylediğinde ama yeteri kadar güçlü olmadığımı ve kaybetmenin kaderim olduğunu belirttiğinde karşısında dikilmeyi bilecektim. "Hayır." diyecektim, "Ben seninle savaşmaya hazırım. Benim kaderim Özkan'a bağlı ve sen asla o olamazsın." diyebilmeliydim. Diyebildiğimi sandım ama göğsümü müfettişe açtım. O da derinlere kadar indi, özelimi aldı. Koparttı derimi tenimden. Ama olsun, bu hikayeden öğrendiğim en önemli şeyi söyledi ona: "Yaşadığımız her şeyi yalnızca yaşamamız gerektiği için yaşarız." Yaşadık, şimdi değerlendirme vakti.

Müfettişle yeniden konuşabilmeyi umuyorum. Onunla yeni bir anlaşma imzalayabileceğimi umuyorum. Dua edin dostlarım, zafer benimle olsun.

Defalarca istememe rağmen eğer hala ölümüne yaşıyorsam ve hala nefes alıyorsam bir sebebi olmalı. Bir çıkış yolu olmalı. Öyle değil mi?

Okyanusun ötesinde görüşmek üzere...













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder