17 Nisan 2017 Pazartesi

Diyorum ki...



Bu blogda henüz yayınlanmamış çok fazla yazı var. Ve çoğunu yayınlamam mümkün değil malesef. Ama metaforlar her zaman iş görüyor ve her zaman en yakın dostum oluyorlar. Onlarla 23 senemi birden anlatabilirim. 

Sahi tüm hayatımı tek bir kelimeyle ifade etmem gerekirse ne derdim? Tam olarak "Yol" derdim. Başlangıcını hiç kestiremiyorum. Anne karnında mı çıktım tohumdan toprağa yoksa o ilk öykümü yazdığım an mı, bilmiyorum. Belki daha eskiye gidiyordur. Sonunu göremiyorum, çünkü kendi sonumu göremiyorum. Aradığım şeye ulaşabilecek miyim, bilmiyorum. Artık inancım günden güne azalmaya başladı. 

Evet aslında sorun tam olarak da bu. Hayatımın tamamı bir arayış içinde geçti. "Düşlerinin peşinden giden yürek kesinlikle acı çekmez. Çünkü araştırmanın her anı Tanrı ve Sonsuzluk ile karşılaşma anıdır." diye yazmıştı Paulo Coelho Simyacı'sında. Ve bu söz külliyen yalan. Araştırmamın her anında çok fazla şeyle karşılaştığım doğruydu, hatta yüzlerce farklı Zeynep'le de tanıştım. Ama sanki Tanrı ve Sonsuzluk'tan gün be gün uzaklaştım. Karşılaştığım her Zeynep'le kendimden bile uzaklaştım. Bu uzaklaşmanın bedeli çok ağır oldu. Artık kendime kendim olabilme özgürlüğünü veremiyorum.

Her yolu denedim. Önce öykü yazmaya başladım. Yazdığım öykülerle defalarca öldüm ve defalarca dirildim. Her dirilme anımda eksik parçamı bulduğumu sandım. Dokundum sandım. Ama elimi her uzattığımda biraz daha uzaklaştım.

Sonra okumaya başladım. Önce Antik Mısır Sırları'nı aldım elime. "Vay be!" dedim, "İşte ben bu çöle aitim." Ne büyük sırlara gebeydi çöl. Böyle büyük bir umman benim eksik parçam olabilirdi. Zaten sevdam vardı o taş yığınlarına. Aklım başımdan gitti.

Okumaya devam ettim dostlarım. Simyacı'yı aldım elime bu kez. Ne çok benzerdik birbirimize dostum Santiago ile, ikimiz de hayallerimizin Mısır Piramitleri'nde olduğuna inandık ve ikimiz de yanıldık. Yanıldığımı anladığım an yıkıldığım andı. Ama aramaya devam ettim.

Mevlana'yı okudum bu kez, Yunus'u okudum. Konya'ya düştü yolum. Dizlerine yattım Şems'in, "Beni kızın gibi sev." dedim. Ucunda siyah boncuklar olan güneş kolyemi ona hediye verdim. "Eksik yarım sensin ey AŞK!" dedim. Ama bana "Yapma." dediler. "Başaramazsın, çok zor." dediler. Çok zormuş dostlarım. Bakın ben ararken kaybettim yolumu. Kaybolunca kırıldım. Çok kırıldım. Hani düşlerinin peşinden giden yürek kesinlikle acı çekmezdi, hani araştırmanın her anı Tanrı ve Sonsuzluk ile karşılaşma anıydı. Aşk beni neden kabul etmedi? Bana neden gelmedi? Ben Aşk'a neden gidemedim? Neden terk edildi yüreğim? Söyle dostum, beni neden terk ettin?

Bir anlaşma yapmıştık. Ondan uzaklaşırsam eğer alacaktı canımı. Ben böyle yaşayamam, demiştim ona, beni yaşatma dedim. Beni terk etti önce şimdi de kulaklarını tıkadı. Hala yaşıyorsam umut var diye mi? Umut var mı sahiden? Çok mu karamsar ve depresifim? Genel olarak arkadaşlarım öyle olduğumu düşünüyor. Ama bu eksiklik, bu tamamlanamamışlık, terk edilmişlik ve hatta görmezden gelinmişlik beni kahrediyor. Öldürmüyor, ölümden beter ediyor. 

Kainat beni dışarıya attı adeta. Dedi ki "Dur, giriş iznin yok." , "Ama ben nardan çıktım nuru arıyorum." dedim. Ve hiç bir şey söylemedi. Bir önemi kalmadı sanırım. Beni öylece bırakıverdi. Terk ediverdi. 

Hala umut var mı dersiniz?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder