28 Ekim 2018 Pazar

Sevgili Günlük - 2

Day 3

Şaşırtıcı şekilde daha iyiyim. Ölümcül baş ağrıları ve alkol komasına girme isteği dışında.

20 saatin sonunda yataktan çıktım dün, yemek yedim. Arkadaşımla bulutum. Akşam kuzenlerimle görüştüm. Teyzemle bazı problemlerimle ilgili görüştüm. Bana bir öneride bulundu: Ho'oponopono. Çekim yasası işte. :)

İyi de ben abicim bu kız kitaplarını falan yaktı yıktı. Hala nasıl okusun böyle şeyler dimi. Ama deneyelim bakalım. Antidepresan kullanmaktan daha iyidir diye düşünüyorum. Bence bu sefer antidepresansız halledeceğim.

Bugün bir şarkıya denk geldim. Sıla'dan Can Dostum

Ah can dostum
Biliyor musub
Hiç bir şey bilmiyormuşum meğer
Mürekkeple ben bir olursam
Giderilir sandım keder

İlk değil
Bu son değil
Yanmıştım olmasaydın eğer

* Sanırım şarkı Hayal için yazılmış :) Özlemiyor değilim.


26 Ekim 2018 Cuma

Sevgili Günlük - 1

Day 1

Merhaba,

Bu bir depresyon günlüğüdür. Ve umarım bu serinin tek yazısı olarak kalır çünkü bir depresyon kaldıracak gücüm bile yok şu an.

İşin kötü kısmı, blog anonim değil. Ve açık açık yazmam mümkün değil.

Son 8 saattir yatağın içinde Doktorlar dizisini izliyorum. Çünkü aylarca antidepresan kullandım, bir sürü kişisel gelişim şeyleri yaptım, yoga ve doğa sporları da yaptım; bakın burası çok acayip, hiç bir şey bu dizi kadar iyi hissettirmedi. 😃

Sanırım insanların ölümleri, ölümcül hastalıklarla boğuşmaları ve şerefsiz Dr. Levent beyin davranışları, kendi yaşadıklarımı ve acılarımı biraz daha görmezden gelmeme sebep oluyor. Ve bir şekilde bunlarla baş etmeye çalışmaları bana "Yapabilirsin."i fısıldıyor. Shameless izlerken de aynısını hissediyordum. Tabii şu an onu pazartesi akşamları birer bölüm izlemek durumunda olduğum için yeteri kadar iyi bir terapist değil. Bu yüzden bir süre daha Doktorlar rocks :D

Bütün gün boyunca neredeyse hiç bir şey yiyemediğim için krizi fırsata çevirip belki depresyon sürecimde kilo da veririm diye umut ediyorum.

1. günün sonunda kendimi tam bir yıkık gibi hissediyorum. Bir kaç ölümcül hata yapıp telefonu yanlış amaçlarla kullanıp bazılarını rahatsız etmiş olabilirim. Saatlerdir hiç bir şey yemediğim ve sadece az önce patates cipsi yiyebildiğim için bir de mide ağrısıyla baş etmem gerekecek sanırım. Baş ağrısı başlarsa yandık. O tam bir kabus, migrenciler bilir.

Ama yarın çalışmam lazım. Tamamlamam gereken bir rapor ve okumam gereken makaleler var.

Eğer kendime dışarıdan bakıyor olsaydım, "Geçecek Zeynep." derdim. "Çünkü hiç bir şey aynı kalmıyor. Ve bırak, bu sıkıntıların seni değiştirsin ve özgürleştirsin. Hiç bir değişim sancısız olmaz. Biliyorum zor ama geçecek." Ama kendime direkt şunu söylüyorum "Her şey bitti, kaybettin."

Neyse, ilk günün sonundan sevgiler. Umarım yüreğimdeki sızı çabuk geçer. :)











12 Ekim 2018 Cuma

Olmaktan Korktuğum Yerdeyim - 2

Sonra mı?

Sonrası malum...

İnatçılığım sonra tuttu. İyi tuttu ama neyse...

Ağlaya ağlaya girdiğim okuldan, çıkmak için vermediğim mücadele kalmadı.

Burada yine sinir harpleri geçirerek son 4 senemi anlatmak isterdim ama aslında o kadar da istemiyorum. Ama 3 sene önce, yine bir ekim ayında, annemin ameliyatı için kan ararken ve telefon trafiği içerisindeyken, öğrenci işlerinin beni arayıp "tatlm, sen sistemin açığını kullanmşsn snn dersleri değiştrmk lazım yaaaa" dediği ve beni bir anda 1/1'e düşürmelerini, benim ağlayarak "OKULU BIRAKCAM" diye haykırmamı ve yarım saat sonra  "Yoo niye bırakcakmışım." dememi ve sene sonunda not ortalamamı arşa çıkartmamı asla unutmuyorum.

İşte tam da buna benzer bir saçmalık yaşadım yine. Detaylarını anlatmaya takadim yok ama mezun olunca "Nasıl delirmedim" isimli eserimde okul anılarımı anlatırken, bana yapılan haksızlığı bütünüyle anlatacağım. Kitabıma "Sen Gittin Ya Ben Çok Değiştim" de diyebilirim gerçi, telif falan sorun olmaz sanırım.

Olmaktan korktuğum yerdeyim. Gidemediğim, gidemediğim için hayatımın en büyük başarısızlığını yaşadığım, hayatımın en büyük hatasını yaptığım yerdeyim.

Bu yüzden çok yorgunum, çok yoruldum. Koşmaktan, daha iyi olmak için uğraşmaktan, kendimi hala birilerine ve sanırım daha çok aileme ispat etmek için uğraşmaktan yoruldum. Mutsuzluktan, hatta belki yalnızlıktan, kendimi beğenememezlikten çok yoruldum. Kendimle alakalı tatminsizlik yaşamaktan,  kendime devamlı "Koş, durma." diye fısıldamaktan, hayal kırıklığı yaşamaktan, dalgalarla boğuşmaktan çok yorgunum.

Ama işte arada güzel şeyler de olmuyor değil. Mucizeler gibi...

Neyse, çok konuştum. Çok boş konuştum. Bazen iyi geliyor işte boş boş konuşmak.

Olur ya belki görüşemeyiz; iyi günler, iyi akşamlar, iyi geceler.


Zeynep












Olmaktan Korktuğum Yerdeyim - 1

Zor bir haftayı bitiriyorum. Zor çünkü yüzleşmeye korktuğum bir çok şeyle aynı anda yüzleştim yine son bir kaç günde. Ama bir şeylerle baş etmeyi öğrendikçe, geriye kalan her şey daha da önemsizleşiyor. Çok tuhaf, sanki günden güne gücüm artıyor ama bir o kadar da tükeniyorum.

Lise sona geçerken, başlangıçta her şey benim için çok zordu. Çünkü "Zeynep" olarak ağır bir travma atlatıyordum. Ağır bir kayıp altındaydım; kendi kimliğimi, kendi var oluşumu kaybetmiştim. İnsan bir anda, bir gecede sıfırlanınca kendini yeniden inşa etmesi de hiç kolay olmuyormuş. Hele ki yeteri kadar güçlü ve bağımsız değilse.

Peki ben yeteri kadar güçlü ve bağımsız mıydım? Tahminleri alalım. 

HAYIR! 

Kollarım ayaklarıma zincirliydi, ayaklarım bileklerimden evimizin sokak kapısına bağlıydı. Her gece kendimi kırbaçlayarak ruhani aydınlanma diliyordum. Tenim ve yüreğin kan ve revan içinde uykuya dalıyordum. 

Evet, hissettiğim tam olarak buydu. Ve hep şunu derdim: "Her gece öleceğimi sanıyorum. Ama ölmüyordum. İşte benim trajedim buydu."

Kendime söz verdim, gidecektim. Gidemezsem, ölecektim. Zaten yaşadığım da söylenemezdi ama kalamazdım. Yeni bir şehre, yeni insanlara, sokaklarında kaybolacağım yeni bir şehre ihtiyacım vardı.

Eskinden odamın kocaman camları vardı. Perdeyi açtığımda evimizin önündeki ağaçtan yansıyan ışıklar dolardı içeriye ve tam karşımda boydan boya Uludağ'ı seyrederdim. Geceleri de yıldızları izlemeye evimizin terasına çıkardım ve o zamanlar da Perseid meteor yağmurlarını hiç kaçırmazdım. Yanlış anlaşılmasın, Gençosman'ın çocuklarındanım. Ama evim, fil dişi kulemdi benim. Ve evet, o son senemde; her anından, orada yaşadığım her dakikadan nefret ettim. 

Ben oraya ait değildim. Peki ben nereye aittim? Ben kimdim? Kim değildim?

Ben Gençosman'ın çocuklarından biri değildim. Ben o eve ait değildim. Yanlış yerde, yanlış zamanda yaşıyordum. Bir tekkeye, bir mağaraya ve belki de bir ağaç kovuğunda olmalıydım. 

Gitmeliydim. Emin olduğum tek şey buydu. Bunu gerçekleştirebileceğim en yakın ihtimalde üniversiteydi.

Müthiş hayaller; arkeoloji, felsefe ya da işte ne bileyim sosyoloji okuyacaktım en kötü. Ama tercihim arkeoloji veya felsefeydi tabii ki. Sonrası akademik kariyer, bol bol yurt dışı seyahatleri, şehir dışı gezileri. Ooo bunları düşününce bile gözlerim doluyor hala.

Bana "Gitme." dediler. Gitmemem için farklı farklı sebepler, ufak yollu kışkırtmalar, büyüklük taslamalar. Hayatımda sadece 1 ya da 2 kere gördüğüm insanlar bile hayatımın bu büyük kararı için kendilerinde söz hakkı hissettiler.

Direnemedim, gidemedim, korktum, başaramadım. Ve kaldım.

Gerisi malum...








7 Ekim 2018 Pazar

Ufak Tefek Yolculuklar



"Beni korkutan tek bir şey var." diyordu Dostoyevski, "Acılarıma değememek."

Sandım ki bir infakla her şey düzelecek. Sandım ki ben yola düşmeye karar verdiğimde, bana tüm yollar açılacak. Ama kayboldum. Bile bile, "Gitme." diyen herkesin gözü önünde kayboldum. Kendi arzularımdan, tutkularımdan vuruldum. Kendi kendimi terk ettim. Sandım ki, "Güneş" olunca, gece bitecek, soğuk geçecek. Ama bilemedim; pervane gibi yanacakken, soğuk okyanuslarda yolumu kaybettim.

Yazarsam geçer sandım. Ama öykülerim kül olduğundan beri, yüreğimdeki tüm sesler de sustu. Okursam geçer sandım. Ama kitaplarımın her bir sayfasını parçaladığımdan beri bana küstü satırlar.
Gidersem geçer sandım. Çantamı hep kapının arkasında sakladım. Ama gidemedim. Kapıdan dışarı atamadım kendimi. Yollar uzadı, ben yola varamadan yollar ip oldu da uzadı. Karanlığa gömüldü sonra. Göremedim.

Ama sonra fark ettim de, hep yolculuk hikayeleri dinlerken odanın bir köşesinde, bütün gidenlerden daha çok gitmişim ben. Hatta herkes kalmış, bir ben gitmişim. Soğuk okyanuslardan içmişim, sıcak çöllerden geçmişim, güneşin yağmurunda ıslanmışım. Ben gitmişim. Ama gittiğimi gören olmamış. Bu yüzden yolda kaybolmuşum. Sonra yeniden bulmuşum ve sonra yeniden kaybolmuşum.

Acılarıma değememekten korkuyorum. Kaybolduğumda, yolun karşıma çıkartacağı güzellikleri görememekten korkuyorum. Kum tanesinden arşa kadar, tüm ruhumla temas ettiğim gerçekliği bulamamaktan korkuyorum.