28 Kasım 2018 Çarşamba

Sevgili Günlük - 4

Day - 33

Merhaba,

Düşündüğümden daha tuhaf geçiyor bu süreç. Önce berbat haldeydim. Ama nasıl bir berbatlık, anlatamam. Saatlerce yataktan çıkmamalar, intihar düşünceleri (şaka şaka o kadar değil) :D ama peş peşe Doktorlar izlediğimi söylemiştim sanırım daha önce.

İşte öyle bir süreçten sonra, önce bir film izledim; Bana Masal Anlatma. Melisa Sözen ve Mert Fırat'ın oynadığı, kadın - erkek ilişkileri üzerine bir film. Arkadaşım tavsiye etti, "Mutlaka izle, sana iyi gelecek." dedi. Yanılmadı da. Özellikle kendimi yediğim ve bitirdiğim günlerde "Kadın ne yaparsa yapsın, adam izin vermeseydi, açmasaydı kalbini olmazdı. diyebilmek büyük bir özgürlüktü benim için. Kadın ne yaparsa yapsın, adam izin vermedikçe olmazdı. Çünkü adamın kırgınlıkları, kızgınlıkları vardı. Sevilmeyi hak ettiğine bile inanmıyordu. "Ben kötüyüm, ben böyleyim." diyordu ve sonra ekliyordu "Seni üzerim." ya da "Ben senin için doğru tercih değilim." ve hatta "Sen yanlış tercihlerde bir dünya markasısın." ya da bunun gibi şeyler işte...

Sonra kendimi suçlamayı bıraktım, kendime kızmayı bıraktım. Ve bir kitap okumaya başladım: Evrenden Torpilim Var. Ya bu çok ilginç  bir konu zaten. Arkadaşım günlerce söyledi oku oku diye. Ben geçiştirdim, okumadım. Sonra "Amaan ya okuyacağım." deyip asla yapmayacağım bir şeyi yapıp PDF üzerinden okudum. Evet kendisi PDF'ten okuduğum ilk kitap :) Sonra kimdir bu Aykut Oğut, diğer kitapları nelerdir diye internette araştırınca bir kitap gördüm, kapağında ayna olan siyah bir kitap. Bu okuduğum kitabın ikincisiymiş. Vee ne fark ettim!! O aynalı kitap zaten benim kitaplığımdaymış. Ya olaya bakın, başka bir arkadaşım bir kaç sene önce doğum günü hediyesi olarak almıştı. Öylece kitaplığımda duruyordu ve içeriğine dair en ufak bir fikrim yoktu. Meğer o kitap yıllardır bendeymiş, ben farkında değilmişim. Ne tuhaf...

Bu kitap benim için çok çok önemli çünkü benim enerjimi 20'den 70'e çıkarttı. İntihara meyilliyken bir anda hayatımı düzene koymaya başladım. Çünkü ben yapmam gereken her şeyi yapmıştım ve hatta cesurca davranmıştım. Ama kendimi sevmeyi unutmuştum. Şimdi kendimle yeniden tanışma ve sevme zamanı geldi diye düşünerek kendim için bir şeyler yapmaya başladım.

- Diyet yapmaya başladım. Şu an gayet güzel gidiyor. Sonuçları paylaşacağım. :)
- Yogaya geri döndüm. Sanırım yoga son 1 senedir yaptığım en güzel şeydi :D Müthiş bir meditasyon yaptım, bunun üstüne bir kitap yazılı, o derece yani :D (Yazılıyor zaten, keep in touch)
- Ölmeden önce yapılacaklar listesi hazırladım
- 30 olmadan yapılacaklar listesi hazırladım :D
- Hayallerimin listesini hazırladım ve bir zaman-maliyet çizelgesine yerleştirdim (Project manager on fire)
- Ve bir kaç güzel şey daha var. Onları sonra açıklayacağım. :D

Her şey baya baya güzel giderken, bir kaç gündür modum inanılmaz düştü yine. Ama bundan bahsetmeyeceğim. Şu an için kendim hakkında şunu söyleyebilirim: YENİLENİYORUM

Okyanusun ötesinde görüşmek üzere :)







26 Kasım 2018 Pazartesi

Gördün mü 25 Oldum

"Özgürüm kanatlandım, durmadım ayaklandım, koşup ilerliyorum."

Ortaokuldayken Nil FM albümünü aldığımda, evde bağıra bağıra bu şarkıyı söylüyordum. 25 yaşındaki Zeynep'i hayal ediyordum. Ve şimdi, o beklediğim yaşa geldim.

Ve en çok da, bu şarkı yeniden dilime dolandığında, sokakta ağlaya ağlaya bu şarkıyı söylediğimde fark ettim; büyüyordum. Ama sorun şu ki, pek de istediğim gibi büyüyemiyordum.

Ve tam da o gün; günlerdir yapmak istediğim, kafamda kurguladığım, kendi içimde hep savaştığım o konuşmayı yaptığımda sanki aynada kendi yüzümü gördüm. O kişiye çok kızgındım, çok kırgındım sözde ama o an aslında en başından beri kendime kızgın ve kırgın olduğumu fark ettim. "Ben senin o gördüğün kişi değilim." diye her söylediğimde, aslında ben kendimi öyle gördüğümü fark ettim. Ve ekledim ona "Ben kendimi sevmeyi bıraktım."

Kendimi sevmeyi bırakalı ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum. Kitaplarımı yaktığım o gece mi, yoksa sevilmediğim ilişkilerde çırpındıkça mı yavaş yavaş içime kor gibi düştü, hatırlamıyorum. Belki de zaten hepsi birbirleriyle bağlantılıdır.

Bu yüzden bundan sonraki istasyonum "kendimle barışma" istasyonu olacak. Kim olduğumu, ne istediğimi yeniden hatırlamam gerekecek. Düştüğüm o kör karanlıkta Zeynep'i (adı her neyse) yeniden bulmam gerekecek.

Hayal haklıymış, güz bulutları geldiğinde bu bizim son savaşımız olacakmış. Ve ben bu kez, bu güz savaşlarını kazandım.

Artık yaktığım kitapları geri alma vakti, yeniden doyasıya yazma vakti. Yeniden sevme vakti ama önce kendimi. Kapının arkasına bir sırt çantası iliştirme ve bayrağı elime alma vakti.

Kendime sözüm olsun:
30 yaşına kadar yapacağım şeyler:
- Türkiye'den taşın.
- Yürüyerek seyahat et
- Likya Yolu'nda yürü
- Black Forest'ta yürü
- Yeni bir dil öğrenmeye başla
- Kitabını tamamla ve bas

Yeniden başlayalım yazmaya ve yaşamaya. Hazır mısın küçük kız? Yeniden başlayalım sevmeye.

Okyanusun ötesinde görüşmek üzere...


Gördün mü 25 Oldum :)

22 Kasım 2018 Perşembe

İtiraf Manifestosu: Affediş!

Kasım 2018'den Mayıs 2011'e

Biliyorum küçük kız. Ruhunun kanayan yarasını biliyorum. Var olduğun andan beri hissettiğin boşluğun çözüldüğünü, dolduğunu hissediyorsun. Ve biliyorum, ağlaya ağlaya, gecenin karanlığında kaybolurcasına kitaplarını yok ediyorsun.

"Ya evrenin bütün sırları avucumuzun içinde ya da biz bir oyunun içindeyiz." diyorsun. Toprağın nefes alıp verişini, yıldızların sessizlikteki sesini, ayın diğer yüzünü keşfediyorsun. Bilinmeyeni bilme peşinde, kendine yepyeni bir dünya örüyorsun.

Kendi fil dişi kulendesin. Orada hem aşıksın hem de maşuk. Orada hem Züleyha'sın hem de Yusuf. Esma'sın, Yeşim'sin, Malhun'sun, Funda'sın, Hayal'sin... Sen, sen olan her şeyle beraber kendinsin. Gökyüzünden gelen meleklere ev sahibisin. Antik sırların taşıyıcısı, özgürlük savaşçısı, görünmeyeni görensin. Sen tüm varlığınla, kendine "Güneş" diyebilensin. 

Tarihçilerin, sufilerin, gizemcilerin peşinden koşansın. Sen Konya'da Şems'in yanında kendi güneş kültünü infak edensin. Geceye bakıp, tüm yüreğini geceye armağan edensin. 

Lise 2. sınıfta, okul dergisinde "2012 dönüşümün, yeni bir çağın başlangıcı." yazacak kadar kaçıksın. Hayır yani, okul dergisi bunun yeri miydi be küçük kız. :)

Bir gün bir kitap okuyacaksın, hayatın değişecek. "Sanki benim için yazılmış." diyeceksin. (Gerçekten senin için yazıldı.) Tüm çantanı boşaltacaksın ama bir tek o kalacak. Sen ona Simyacı diyeceksin. Santiago en iyi dostun olacak çünkü ikiniz de aynı şeyin, kişisel menkıbenizin peşinden gideceksiniz. 

O'nunla anlaşma yapacak kadar yürek yemiş, psikiyatrisine "Yazdığım öyküler yüzünden kişiliğimi kaybediyorum." diyecek kadar öz farkındalığı yüksek (!) birisin. Yoo şaka yapmıyorum, öz farkındalığın çok yüksek. Kendine korkunç zararlar verdiğinin bilincindesin.

Şimdi sana "Yapma, atma kitaplarını." desem beni dinleyemeyeceksin. Dinleme de zaten, boşver. Ama kendini yeniden inşa etmen yıllarını alacak. İstemediğin okulda, istemediği şehirde tıkılı kalacaksın, aylarca antidepresan kullanacaksın, ailen sadece aynı çatı altında yaşadığın insanlara dönüşecek ve en büyük duan onlardan bir an önce kurtulmak olacak, kilo alacaksın, kilo vereceksin, demedi deme bir gün ipin ucunu kaçırıp fazla doz ilaç içeceksin. Ne kendini sevilmeye layık göreceksin, ne de sevgiye hazır olan insanları hayatına çekeceksin. 

Sonra bir gün durup diyeceksin ki "Ne yapıyorum ben böyle?"

Kaçacaksın, seni senden ayıran her şeyden kaçacaksın. Yaktığın kitapları rafına dizmeye başlayacaksın. Sırt çantanı yeniden hazırlayıp, çölden kaçıp ormana yol alacaksın. O'nunla anlaşma yapmayı bırakıp, onu dinlemeye başlayacaksın. O'na her "Senden nefret ediyorum." dediğinde, aslında kendine öfke duyduğunu fark edeceksin. Kendini affetmenin yolunun O'nu affetmekten geçtiğini göreceksin. Çünkü O sana kendi ruhunu üfledi küçük kız, sana şah damarından bile daha yakın. Ve sana bir sır vereyim mi? O; bizzat, bütünüyle, her şeyinle SEN'sin. 

Ne derdi Özkan: "Sana değen her kalp benim kalbim."  Basitçe: 
x= Özkan'ın kalbi, 
y= diğerleri, 
z= sen olsun. 
O'da q olsun.

x = y , y = z , x = q ise x = z = q 

Sence daha mı karmaşık oldu? :)

Sen yani senin kalbin, sana değen her kalp küçük kız. Yani eğer birinin seni sevmediğini, seni sevgisine layık bulmadığını düşünüyosan; sen kendini sevmiyorsun. 

Bak küçük kız, aptala anlatır gibi anlattım. Kıyas mantığını bile kullandım ki bütün mantık derslerinden CC ile geçmiş olsam bile. 😂

Sana kitaplarını yakma demiyorum. Yak, yık; yenilenmeye ihtiyacın var. Ama kendini sevmeyi asla bırakma.

Seni seviyorum. Ve seni o gün, o gece her şeyi yok ettiğin için hatta büyük bir cesaretle bunu yaptığın için seni affediyorum.

Daha uzun ve maceralı yolculuklarımız olacak. Kendimize iyi bakmamız lazım.

Biz bize emanetiz küçük kız; biz birbirimizin hem okyanusu, hem çölü hem de güvenli limanıyız.

Okyanusun ötesinde görüşmek üzere...

Not: İyi ki doğdun. İyi ki 25 oldun... 💙













1 Kasım 2018 Perşembe

Sevgili Günlük - 3

Day 7

İnanır mısınız, Müslüm Gürses dinliyorum. Nedense ondan Nilüfer'i dinlemek istedim önce, sonra otomatik playlistten Affet çalmaya başladı ve diyor ki "Sen çölüme yağmur oldun."

Çöle yağmur yağarsa okyanusa dönüşür mü kuraklık?

Artık ne sesler duymak istiyorum ne de işaretleri takip etmek istiyorum.

Birlikte aşkı tartıştığım, gönül dostum, arkadaşım da ben gibi pervane misali yanmayı tercih edenlerdendi. Ama teorinin pratikte olmadığını benden sonra fark etti. Bana geçen gün aşkta huzur istediğini söyledi, "Beni anladın mı şimdi?" dedim. Ben kendimi anlamıyorum, beni anlamasını beklemem de saçma aslında. Ama ateşten çıkıp ikimizin de serin sulara dalmak istemesi biraz komik aslında.

Başımdaki ağrı sanki hiç geçmiyor gibi, ilaçlar etki etmiyor gibi. Dikkatimi başka yöne çekemiyorum. İhtiyacım olan tek şey uyumak gibi. Bu yüzden eve gelir gelmez uyuyorum. Sanki uyuyunca zaman daha hızlı geçecek ve her şey çözüme kavuşacak gibi.

7. günden sevgiler. Her şey daha güzel ve anlaşılır değil halan.

Yok Olmanın Dayanılmaz Ağırlığı

Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine George Carlin izlemeye başladım. Bir videosu dikkatimi çekti: "İntihar Etmek". Açtım. Çünkü intihar etmek, intiharın psikolojisi, yaşamanın ve ölmenin normları, dini yargılar... Gerçekten kafa patlattığım konulardı. 

Kafa patlatırdım çünkü intihar etmeyi zaman zaman düşünürdüm. Neden bilmiyorum ama hep cazip bir seçenek olarak karşımdaydı. Belki mücadele edemeyecek kadar korkak olduğum için, belki birilerini cezalandırmak ve "Senin yüzünden." oldu diyebilmek için. Ve belki de artık hiç bir umudum kalmadığı için.

Kitaplarımı yakıp yıktığım o zamandan beri hep şöyle derdim O'na "Eğer senden uzaklaşırsam, yani unutursam seni al canımı. Benim böyle yaşamama izin verme." Ne zaman yolumu kaybetsem hep bunu hatırlardım. Derdim ki "Hala yaşıyorum, demek umut var." Çünkü bir anlaşma yapmıştım ve O anlaşmaya uyardı. Uyması gerekirdi. Öyle değil mi?

Bir kaç gece yolumu bütünüyle kaybettiğimi ve bir daha asla aydınlığa çıkamayacağımı fark ettiğimde, "Haydi, bu gece bitir." diye dua ederdim. Kendim yapmaya cesaret edemezdim, şu sonsuz cehennem mitleri korkusundan. Yani aslında, ölümün son olmadığının ve tam anlamıyla uykudan uyanma hali olduğunun ve dünyada belleğimize yüklediğimiz acıları ve sevinçleri cennet ve cehennem olarak yaşayacağımıza inandığım için intiharın bütünüyle bir cehennem hali olduğunu düşünürdüm. Kurtuluşun mümkün olmadığı, sonsuz bir ıstırap hali. Bu yüzden "Benim yapmaya götüm yemiyor, sen yap." derdim. Ve olmadığını, bunu dediğim her gecenin sabahına uyandığımı gördükçe umudumu da kaybetmeye başlamıştım. Hani derdim ya "Aa yaşıyorsam umut var demek ki." diye, yolumu bulamadığımı gördükçe en başta yaptığım anlaşmanın aslında hiç var olmadığını fark ettim. O zaman dedim ki kendime "Haydi küçük kız, kendi işini kendin gör." 

Sonra düşünmeye başladım, bu iş nasıl olacak diye. George Carlin de bunu anlatıyor, intihar etmenin planı üzerine güzel bir ironi yapmış. İşte tam olarak böyle düşünmeye başlamıştım. Cevaplamam gereken bir sürü soru vardı:
Bunu nasıl yapacaktım? Jilet çok acı verirdi ve kan görmeye dayanamam. Ayrıca beni bulacak kişiye de ağır bir travma yaşatmak istemiyorum. Kendimi yüksekten atamam, sağ kalıp sakat kalma ihtimalini göze alamam. Ayrıca canım çok yanar. Suda boğulma olabilir ama son hissettiğim duygunun korku olmasını istemiyorum. Kendimi assam, ölmeden önce boynumun kırılmasını hissetmek istemiyorum. En iyisi hap. Tertemiz, mis gibi. Zaten tonla antidepresanım var. Avuçlar, kurtulurum. 
Bunu nerede ve ne zaman yapacaktım? Bu soru da çok kritik çünkü beni bulan kişinin beni ölü ya da kurtarılamayacak kadar kötü halde bulması lazım. Yoksa bir işe yaramaz. Evde olsa, bizimkiler ömürlerinin sonuna kadar bu travmayı aşamaz. Dışarıda, herhangi bir yerde olsa, evdekiler bana ulaşamayınca deliye döner. (Ahaha güzel fikirmiş aslında 😆) Bir de ölü bedenimi teşhir etme konusunda emin değilim. Bu kısım muamma.
İntihar notu yazmalı mıyım? Yazsaam anlaşılır mı, anlaşılacak olsa intihar etmeme değer mi? İşte bu da çok kritik. Birilerini suçlamak demek o insanı çekip vurmak demek. Hayatı boyunca cehenneme atmak demek. Ayrıca arkadan bir çok insanın sana "korkak ve ezik" demesi demek. Gerçi ölmüş olacağım için bunun çok önemi olmayacak :D  Suçlamasam, yine kendimi ifade edememiş olacağım o zaman da bir anlamı olmayacak. Sonra "Amaaan notu boşver." noktasına geliyor insan ister istemez.
Geride kalan eşyalarım ne olacak? Eşyalarda kastım giysiler, kitaplar falan değil elbette. Whatsapp sohbetlerimi, mail kutumu ve hatta bu blogda yayınlanmayan yazıları kastediyorum. Hepsinden tek tek kurtulmak için plan yapmaya başlamıştım. Ama son anda vazgeçersem onca anıya da yazık olacaktı. Ayrıca sadece bunlarla sınırlı değildi. Bir sürü not, defter ve altı çizili Paulo Coelho kitaplarım var. Kendi ruhumu, nasıl bir başkasına bırakayım? Bir akşam oturup her şeyi önüme döktüm. Zararlı ve zararsız materyalleri ayırdım. Zararlı olanları bir ara yok edecektim. Sonra telefon mesajları, mailler, whatsapp sohbetleri, blog... Ama o kadar uğraşıklı geldi ki, hayatta kalıp sorunlarımı çözmeye çalışmak daha kolay geldi açık konuşmak gerekirse.
İnsanlar ne düşünecek? Bu çok önemli mi, bilmiyorum. Ama yine de insanların neler söyleyeceğini tahmin edebiliyordum. Biraz rahatsız edici.

Evet, tüm bunlar aşırı komplike geldiği için vazgeçtim. 😅

Ama bir akşam başka bir şey oldu. Rahatsız edici ve benimle uzaktan yakından alakası olmayan bir durumun içine zorunlu olarak bir kere daha düştüğümü görünce, inanın bir saniye bile düşünmeden 20-30 tane hapı avuçlayıp içtim. Kafamda hiç bir şey yoktu. Hiç bir eşyamı yok etmedim, not yazmayı denedim ama saçma bulup bıraktım. Sadece çok değer verdiğim birine kendimi iyi hissetmediğimi söyledim. Eğer bilincimi kaybedersem ve gerçekten başarılı olursam birilerinin ne yaptığımı bilmesini istedim. Ona söyleyemedim elbette avuç avuç içtiğimi, çok sonra söyledim.

Ölmedim. Komaya falan girmedim. Bilincimi bile kaybetmedim. Hatta kusmadım. Hiç bir şey ama hiç bir şey olmadı. Uyudum. Ertesi gün 2 tane sınavım vardı. Sabah 8'de kalkıp doktora gittim. Zaten iyi olmadığım her halimden belli olduğu için rapor aldım. Okula gidip raporu teslim ettim. Eve gelip uyumaya devam ettim. Sadece ve sadece uyudum. Günlerce o halsizlik ve uyku hali üzerimden gitmedi. Ama gerçekten, bir insan başarısız olur da bu kadar olmaz. :d

Ama o günden sonra intihar fikri hayatımda bir seçenek olmaktan çıktı. Yani sanırım beceriksizliğimden sonra tekrar deneyebileceğimi düşünmüyorum. Şu an yaşamak daha kolay geliyor.